Son Şehzade (Neziroğlu)
Mürekkebin akmadığı yerde kan damlar

Neden bu kadar çok hain yetiştiriyoruz..!(4)

Buraya kadar zayıf karakterli yumurtaların kuluçka dönemine yatırılıp daha sonrada kendi çiftliğine nasıl haince saldırılarda bulunduğu üzerinde örnekler vermiştik.Neylersiniz ki bu hainlikleri bu ihanetleri yapanların eğitimli kadrolardan oluşması bu toprakların kaderidir.

Abdülmecid‘i tahtından eden “Genç Osmanlı” sloganı ile yola çıkan Jön Türkler değil miydi? Yine o ekolün temsilcileri zaman içerisinde kök salarak “İttihat-Terakki” kılıfı ile Abdülhamid‘e karşı ayaklanmamışlar mıydı? Geldiğimiz süreçte ise “Gezi Ruhu-Kobani Serhildanı” gibi sair isyanları sevk ve idare edenler de eğitimli kadrolar değil mi?

Bu nasıl bir kültür ve medeniyet anlayışıdır ki eğitimli kadroların ihanetiyle çalkalanmaktayız. Dağdaki çobanın oyunu kendi oylarıyla kıyaslanmasını bile içine sindiremeyen Beyaz Türkler,  “Mensubiyet Şuurundan” ne kadar uzaklaştıklarını da göstermektedirler.

Gelişmiş demokrasilerde dördüncü kuvvet olması gereken basın , ne acıdır ki ülkemizde gündem belirlemekte , iktidarları sarsıcı  manşetler atmakta , yasama , yargı ve yürütmenin önünde kendisine bir rol biçme çabasındadır.

Atatürk bu hain girişimlere,bu mensubiyet şuurundan yoksunlara , velhasıl çıktığı kabuğu beğenmeyen sözün ona Gazeteci kılıklı müsveddelere  adeta bu günleri işaret ederek gerekli cevabı vermektedir:

İyi bilinmelidir ki Gazeteler okul kitapları değildir.Aşağılık kimselerin para ile yaptırdıkları basın savaşları vardır.Basının en aşağılık yalanları yaymakta kullanıldığı bir gerçektir.Basının ve düşünce derneklerinin ulusal yönetimin etkisinden kurtularak,siyasi ve iktisadi gizli amaçlara araç olmasından korkulur…
Basının para ile satın alınabilmesi,uluslar arası yüksek para aleminin basın üzerinde gizli etkisi yada yalnız yabancı devletlerin örtülü ödeneklerinin etkisi,işte bunların kamuoyunu yanıltıp aldatmasından gerçekten korkulur.Her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman da dünyanın hepsini aldatmak olanaklıdır.Ancak,bütün dünyayı her zaman aldatmak olanaklı değildir.
Tıp’ta bir Koruyucu Hekimlik olduğu gibi,bir İctima-i Hıfsı Sıhha ,yani toplumsal sağlığı korumak da vardır.Her ikisi aynı ilkeye dayanır.Maddi Mikropları tümden yok etmekte olanaklı değildir.Fakat,kişide gövdesel sağlık yaratmak mümkün olduğu gibi,toplumsal yapıda da,düşünsel,duygusal bir sağlık yaratmak bu yoldan bir direniş ortamı oluşturmak olanaklıdır…’ (Dolma Kalem Savaşçıları,C.Özakıncı)

Atatürk’ün yıllar öncesinden dile getirdiği ve bugün yaşananların bire bir karşılığı olan bu görüşlerinin üzerine söylenecek bir şey var mı?
Ne güzel ifade etmiş Atatürk ‘Basının para ile satın alınabilmesi,uluslar arası yüksek para aleminin basın üzerinde gizli etkisi yada yalnız yabancı devletlerin örtülü ödeneklerinin etkisi,işte bunların kamuoyunu yanıltıp aldatmasından gerçekten korkulur’ diyerek…
Bizim de korkumuz bu idi…
Maalesef öyle oldu. Dündar‘ı Adliye koridorların da destekleme,onunla selfi çektirme yarışına giren Konsolos ve Büyükelçiler bunun bir kanıtıdır.Bütün bu görseller Dündar’ın adeta ‘ Beni bu işe siz bulaştırdınız,hadi sözünüzde durun…’ anlamı taşımaktadır.

Peki kim bunlar;

Başta İngiltere‘nin İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner olmak üzere ,Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach, Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Robert Schuddeboom. Öte yandanAlmanya,Hollanda,Norveç’li Parlementerler,Polonya,Avusturya,İsveç,Kanada,İsviçre,İtalya ve AmerikaKonsolosluklarından temsilciler.
Görüldüğü üzere neredeyse AB orada.Bu durumu Anayasa‘nın verdiği bir hak olarak görebiliriz,Ancak şurası asla unutulmamalıdır ki, bu Büyükelçi , Parlementer ve Konsoloslar , diplomatik görevlerinin yanı sıra bir Ajandırlar aynı zamanda.Görev yaptıkları ülkelerin sosyo-ekonomik olaylarını , toplumsal hareketleri , siyasi gündemi takip eder ve ülkelerine bir raporla bildirirler.
İşte bu nedenledir ki,içeriden satın aldıkları bazı gazetecileri de kullanmak suretiyle, devletin atom çekirdeği olan istihbaratını zaafa uğratmaya,gizli kalması gereken bilgileri deşifre etmeye zorlarlar ve dünya kamuoyu önünde basın özgürlüğüne müdahale gerekçesi ile,Türkiye Cumhuriyeti ve merkezi hükumeti yıpratmak gibi yasa dışı eylemlere baş vururlar.
Olayı o haddeye taşırlar ki , sözde çevre ve toplumsal dinamikler konusunda dikkat çekmek amacıyla Ukrayna kökenli, yaptıkları çıplak protestolarla dünya çapında şöhrete kavuşan kadın örgütü FEMEN 2 Aralık‘ta sosyal medyadan çıplak vucudlarına yazılı ‘Can Dündar,Erdem gül Yanlız değildir’ sloganıile taraftar toplamaya çalıştılar.
Bu duruma Dündar,geçmişte Karen Foog’la işbirliği yapan abilerinin ‘Sevgili Karen’ diye başlayan teşekkürünü oda ‘Sevgili Femen’ diyerek tebrik eder.3 Aralık tarihli Tweet‘in de ‘Sevgili FEMEN; isimlerinizi, son yılların en etkili isyan panosunda, göğsünüzde görmek, yüreğinizin üzerinde okumak, yüreğimize su serpti. Her daim mazlumun yanında olan hareketinize Silivri’den teşekkürlerimizi ve sevgilerimizi yolluyorum. Varolun. Sevgiyle.’

Sanırım Can Dündar‘ın ruh hali anlaşılmıştır.Gazeteciliğini ‘dünyanın en etkili isyan panosu’ olan çıplak kadın göğüslerinde görmekten ne kadar da haz duymaktadır.
İşte bu durum, Victor Hügo‘nun idrarının sıkışması gibi , Can Dündar‘ın dasidik torbasının Atlas Okyanusu kadar şişmesinin ve neticede kendi duvarına işemesinin alametidir.
İşediği duvar ise ;Bir milletin Harem-i İsmeti olan istihbari bilgileri Paraler Haşhaşilerden aldığı yalan-dolan belgelerle ,ülkesini terör örgütlerine yardım ediyor izlemi oluşturarak dünya kamuoyu önünde küçük düşürmeye çalıştığıTürkiye Cumhuriyeti Duvarıdır.

Takındıkları bu tavırlar nedeniyle ağırlıkları toplum nazarında tartışılır hale gelmiştir.Çift karakterli,iki boyutlu düşünmeye alışmış bu beyinler halisünasyonlar da gördüklerini kişilik olarak yaşıyor ve bu millete de yaşatmaya çalışıyorlar.Tek düşünceleri var ‘Karşı olmak ya da taraf olmak’
Bu anlamda toplumda Tusinami etkisi yaparak dip dalga hareketi oluşturma hedefi güdenler, Maalesef bu ihaleyi Basına vermektedirler.Gönüllü Cellatlıkta mensup olduğu milletinin şah damarını kesmekte bizim basınımız gayet tecrübelidir.Bunu yaparken fizik kuralları gibi hareket ederler.Toplum biliminin de belli bir kurala dayandığını ve bu kurallara uyulduğu takdirde topluma istenilen şeklin verilebileceğini düşünürler.Bunu öyle bir hale sokarlar ki,neticede şah damarı kesme operasyonu artık meclis ve millet üstü bir kurum haline gelir. Önceden elde edilen sonuca ulaşmak için eldeki bütün imkanları kullanırlar.Niteliğine göre ulusal ve uluslar arası düşünce kuruluşlarının onayını alırlar.Bürokrasi,STK’lar,Bilim Çevreleri,Akademisyenler , Medya üzerinden örgütlenirler.
Artık sıra üst aklın ‘Düğmeye basın’ emrine gelmiştir…
Gezi Parkı,17-25 Aralık darbe operasyonları,Kobani ayaklanmaları hep bu oluşumun tezahürüdür.Çok değil bir kaç yıl öncesine gidersek bu iddialarımızı güçlendiririz.

Malum bizim her daim bir Kıbrıs meselemiz vardır.Temcit Pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilir zaman zaman.Önce Mısır‘lı bir Kipti(Hırıstıyan) olanButros Galli , daha sonra da Koffi Annan tarafından hazırlanan ve sözde Kıbrıs‘a barış getireceği savı ile güçlendirilen tartışmalar yaşadık.Bu tartışmaların ateşini filizleyen ise yine kendi şah damarını kesmeyi görev edinen ve Alman Sosyalist Karen Foog tarafından satın alınan basın mensuplarımız olmuştur.Bu raporların, yapılan referandumda kabulü yönünde yazmadıkları yazı kalmamıştı.
AB‘nin Türkiye Temsilcisi olan Karen Foog‘un o dönem e-postaları ortaya çıkmıştı.Hangi gazetecilerle neler yazıştığı saçılmıştı ortalığa.Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Mehmet Altan, Oral Çalışlar…

Tarihe ‘Kör Agop Çetesi’ olarak geçen ve Rauf Denktaş‘ın ‘Karen’in çocukları’ dediği bu takım, tıkanan lağımları açmak için AB‘nin kadrolu fareleri olmayı kabul etmişlerdi.Her ne kadar fikirlerimiz örtüşmese de Eski Başsavcı Vural Savaş bu olayı bam telinden yakalamış ve ‘Hukuk ile aldatmak’ kitabında şöyle özetliyordu:

‘Karen Fogg’un Çocukları’ benzetmenin sahibi Merhum Rauf Denktaş‘tır.Denktaş, bu benzetmeyi, Avrupa Avrupa diye tutturan ve Türkiye‘nin her şeyini  Avrupa Birliği‘ne endeksleyen ve bunun için siyasi iktidarlar üzerinde baskı kurmaya çalışan STK ve medya mensupları için yapmıştır. Gazeteci Mehmet Ali Birand‘ın aktardığına göre; Denktaş ile Birand arasında, bu konuda uluslararası bir toplantı sırasında geçen diyalog şöyledir:
Mehmet Ali Birand: ‘Efendim, bize Karen Fogg’un çocukları diyorsunuz. Çok gücümüze gidiyor. Sanki o.. çocukları diyorsunuz gibi geliyor.
Rauf Denktaş: ‘İyi ya Mehmet Ali Bey, biz de zaten öyle diyemediğimiz için Karen Fogg’un çocukları diyoruz. Anladığın için tebrik ederim.Bu konuşma sonrası Mehmet Ali Birand her zamanki pişkinliği ile gülerek ‘ilahi Sayın Denktaş, sizinle hiç kimse baş edemez vallahi’ diyerek çekip gitmiş.’

Gnl Kurmay Başkanı
 olan Hilmi Özkök‘ün şu çıkışını da hatırlayalım.Ortalığa şaçılan bu dezerformasyona karşı dayanamamış ve ‘AB bu tür olaylara başlarken iki-üç sene önceden bazı yazarlara para karşılığı yazılar yazdırıyor,medya kuruluşları vasıtasıyla psikolojik hareketler yapıyorlar’ demekteydi.
iş o kadar çığırından çıkmıştı ki artık herkes itirafını gizleyemiyordu.Eski KGB şefi Leonard Şabarşin ‘in ‘Biz istediğimiz ülkede para karşılığı,hatta bazen bir şişe viskiye bile istediğimiz yazıları yazdırıyorduk’ dediğini hatırladım bir anda.
Kör Agop’un Meyhanesinde , bazende özel evlerde buluşan Karen çocukları çok manidar e-mailler çekerek görevlerinin başında olduklarını hatırlatıyorlardı.
M. Ali Birand 8 ocak 2002 tarihinde Karen Fogg‘a şu maille karşılık verdi,

‘Sevgili Karen,

Evimde yüksek düzeyde ya da en üst düzeyde gazetecilerle özel toplantıyı yeniden öneriyorum. ne dersin?’
Birand bu yüksek samimiyet ve sadakatini gelen tepkiler üzerine bir yazısında savunmaya geçmiş ve ‘Karen Foog,benim ve eşim Cemre’nin otuz yıllık arkadaşıdır.Bununla da gurur duyuyorum.Karşılıklı birbirimizin evimizde kaldık.Birlikte tatil yaptık.Aslında ona haksızlık ediyoruz’diyecekti.

Bir diğeri ise Pensilvanya rütbelisi Zaman Gazetesi yazarı Şahin Alpay‘dı.

19 Ocak 2002′de atttığı e-postada,
‘Sevgili Karen,
Nasılsın? Yakında İstanbul’a geliyor musun? Bahçeşehir’deki dekanım Prof. Eser karakaş (çok saygı duyulan bir liberaldir, geçen yıl Bahçeşehir’e yaptığımız ziyarette kendisiyle kısaca görüşmüştünüz) bir akşam yemeği ya da öğle yemeğinde sizi ağırlamayı çok istiyor, sizinle konuşmaya fena halde ihtiyacı olduğunu söylüyor. Lütfen İstanbul’dayken bizi görmek için biraz zaman ayırın.’

Bitmedi devam ediyoruz.Çünkü kapının neden kilit tutmadığından şikayetçiyiz ya..! Hırsız içeriden olunca kapı kilit tutmaz.İşte bir başka hırsız Cengiz Çandar…

1 Nisan 2001
 tarihinde Karen Foog’dan şöyle bir e-posta alır,
‘Birinci sayfada AB ve Avrupa bütünleşmesi olarak tercihen katışıksız Türk görüşünün dışında bir şeyler yazan her ay başka bir seçkin Türk köşe yazarının makalesi var. Nitekim Şahin Alpay IGC üzerine, Lale S güvenlik ve savunma üzerine, Cüneyt C tarım üzerine, Emine Y telekom üzerine yazdı. Ferai T, mehmet Ali B, Samy C, Semih İ, Zeynep G ,Mithat M, Mim Kemal bu yoldan geçtiler. (…)
diyor ve dikkat buyurun devam ediyor,
‘Şimdi senin sıran. Güncel bir Avrupa konusu üzerine Türkçe 400-500 kelimelik bir makale üretmek ve bize e postayla 9 Nisan’a kadar (…) bizim konuk köşe yazarımız olur musun? (Ödeme mümkün, bize makbuz gönder.)’
Çandar 3 Nisan tarihinde zafer kazanmış bir komutan edasıyla şu cevabı gönderir,

‘Sevgili Karen,

Senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim? Sizin sayfalarınızdan geçenler kuyruğunda en son sırada oluşum şaşırtıcı…’
İşte böyle sevgili dostlarım…
Ne acı tecellidir ki,ibret almadığımız için bugün yine bu hadiseler tekerrür etmektedir.Kıbrıs konusu gündeme geldiğinde bu hazin tabloları yazmıştım.Dedik ya ,ülkesine ihanette,şah damarını kesmede gönüllü cellatlarımız o kadar çok ki…

Bu ülkede Türk kimliği taşıyan ,kripto Türk düşmanı o kadar çok hain  ” Karen’in Çocukları ” ve“Kör Agop’un adamları “ var ki …

……

Boşluğu siz doldurun.

Ne diyelim yazıklar olsun…

İlhan Nezor

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol