Son Şehzade (Neziroğlu)
Mürekkebin akmadığı yerde kan damlar

Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi ve Yarbay Allen Morrison Olayı




Türkiye NATO'ya girdikten sonra, Amerika çok hızlı bir şekilde Türkiye'de askeri üs ve tesisler kurmaya ve askeri-sivil personel göndermeye başladı.  O dönemde Türkiye'de Amerikan Büyükelçiliği yapan George McGhee anılarını yazdığı kitapta, Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi'nden sonra Türkiye'deki Amerikan personelinin 25 bine kadar çıktığını belirtmektedir. 

 
Çok kısa bir süre sonra, Amerikalı asker ve subaylar Türkiye'de pek çok suça karışmaya başladılar. Uzun dönem bunlardan kamuoyunun pek bir haberi olmadı. Ta ki, 5 Kasım 1959 tarihine kadar.
 
O tarihte Amerikalı Yarbay Allen Morrison cipiyle yolda giden bir grup askerin içine dalmış, 11 askerin yaralanmasına ve bir askerin de ölümüne neden olmuştu. Morrison, "kaza" yaptığında görev sırasında olduğu gerekçesiyle Türk mahkemelerinde yargılanamadı. Olayın üzerinden bir gün bile geçmeden Morrison serbest bırakıldı ve Amerika'ya gönderildi. Amerikan "adaleti" Morrison'u yargıladı ve "1200(bin iki yüz) dolar" para cezasına çarptırdı. Amerika, gereken cezayı vermediği gibi,  olay esnasında sinirlerinin bozulduğu gerekçesiyle Morrison'u bir adada tatil yapmaya gönderdi.  
 
1950'li yıllarda buna benzer pek çok olay yaşandı. Amerikalı askerler; gasp, tecavüz, cinayet ve kaçakçılık gibi pek çok suça karıştı ama Türkiye'nin imzaladığı Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi'nin 7. maddesi ve buna dayanarak imzalanan ikili anlaşmalar gereğince bu kişilerin hiç biri Türkiye'de yargılanamadı. 
 
Örneğin, Morrison olayından 3 yıl önce Çavuş Frank Boston, 11 Mayıs 1956'da Eskişehir-Ankara yolu üzerinde 5 çocuğa çarpmış ve üçünün ölümüne neden olmuştu. Çavuş bu olay üzerine tutuklandı ancak yine yargılanamadı ve dosya Amerikan mahkemelerine havale edildi. Amerikan mahkemelerinin Boston hakkında verdiği karar ilginçti. Çavuş "adam öldürmek" ve "görev mahallini terketmekten" suçlu bulunmuş ve 6 ay boyunca 100 (yüz) dolar para ödeme cezasına çarptırılmıştı. Bu ceza da ABD Hava Kuvvetleri Adli İnceleme Kurulu tarafından delil yetersizliği sebebiyle düşürüldü. Amerika ölen çocukların ailelerine "6110 dolar" tazminat ödedi ve dosya kapandı. Amerika için ölülerimizin kanı dolar cinsinden hesaplanabiliyor ve ancak bu kadar ediyordu... 
 
Amerikalıların karıştığı suçlar o kadar fazlaydı ki, Amerikan Dışişleri bunlarla uğraşmaktan bıktığını ifade etmekteydi. Bir kaç örnek daha verelim. Çavuş Frank Boston olayından bir kaç ay sonra, 4 Kasım 1956'da bir Amerikalı asker, bir kıza tecavüz etmekten yakalanmıştı. İki hafta sonra, 19 Kasım 1956'da bu sefer Amerikalı bir çavuş İzmir'de ufak bir Türk çocuğuna tecavüz etmişti. Morrison'un yaptığı kazadan bir gün sonra, George Ferler ismindeki Amerikalı bir çavuş Alsancak'ta tecavüz ettiği bir kızla evleneceğini söyleyerek, yargılamadan kurtulmuş; kızla gerçekten evlenmiş ve kızı Amerika'ya götürmüştür. Kız Amerika'ya gittikten kısa bir süre sonra, meçhul bir şekilde ölmüştür. Amerikalılar, pek çok kaçakçılık olayına da karışmışlardı. Çünkü gümrükten geçerken yanlarında götürdükleri/getirdikleri çanta ve bavullar aranamıyordu. 
 
Namık Behramoğlu'nun 1973 basımı Demokrat Parti Türk-Amerikan İlişkilerini anlattığı kitabında bu aktardıklarımızın dışında pek çok örnek bulunabilir. Konuyu ele alan bazı kaynaklar Amerikalıların o dönemde basına yansıyan 300'den fazla suça karıştığını belirtmektedir. Kuşkusuz, Amerikalılar yaptıklarının yanlarına kar kalacağının farkındaydılar; Türkiye'de gönüllerince suç işleyebilirlerdi. Ne de olsa Türkiye'de "görev esnasında" ve "görev dolayısıyla" bulunuyorlardı. 
 
Türkiye bu olayların kamuoyuna yansımaya başlaması ve 1960'lı yılların ortalarında Kıbrıs meselesinde Amerika tarafından yalnız bırakılmasının da yarattığı toplumsal muhalefet sebebiyle, NATO-SOFA'nın 7. maddesini ikili anlaşmalarla yeniden düzenlemeye çalıştı. Bu konu da uzun yıllar mücadele verdi, bazı değişiklikler yapılsa da sonuç değişmedi. En son 24 Eylül 1968 yılında yeni bir mutabakata varıldı. Ama sonuç yine değişmedi. Amerikalı yetkililer "görev sırasında ve görev dolayısıyla" suç işleyen personel hakkında son kararı verme yetkisini ellerinde tutmaya devam ettiler. Tahmin edileceği gibi, görev "sırasında" yetmiyormuş gibi "dolayısıyla" kavramı, Amerikalı personelin Türk mahkemelerinde yargılanmasını neredeyse ihtimal dışı bırakmaktadır. Bugün de hâlâ bu imtiyaz devam etmektedir (Bölme, 2012). 
 
Amerikan elçiliği "uzun ve dayanıklı" dostluk derken böyle bir Türkiye'yi kastediyor; gönlünce, keyfince hareket edebileceği bir Türkiye. Türkiye buna itiraz ettiğinde ise sopa devreye girmekte ve Türkiye'nin fabrika ayarlarına dönmesi istenmektedir. 
 
Burada bizim açımızdan insanı ürperten sorun şudur: Bizler böyle bir Amerika'ya 70 yıldan beri tahammül edebiliyoruz ama aramızdaki mezhebi, meşrebi farklılıklara tahammül edemiyoruz. Herhangi bir konudaki teorik bir tartışma bile derin ayrılıklara ve dışlamalara sebep olabiliyor. Kur'an ve Hz. Peygamber (SAV) ne diyorsa tam da tersini yapıyoruz; birbirimize karşı olabildiğince sertiz. Bu böyle devam ettiği sürece kuşkusuz Amerika'ya tahammül etmeye devam edeceğiz. Kaynak : Mücahit Gültekin



İlhan Nezor
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol