“Kaburgalarına kadar tam bir asker”
İngiliz ajanı Lawrence tarafından “Çöl Kaplanı” olarak tanımlanan ve yine İngiliz yarbayı Bassett‘in “Kaburgalarına kadar tam bir askerdir.” dediği ve Cumhurbaşkanımızın da “Bir çeşit Harbiyelilerin destanıdır. Hiçbir Harbiyeli bunu göğsü kabarmadan okuyamaz” diyerek taltif edilen unutulmuş/unutturulmuş bir kahramandan,bir ecdattan bahsedeceğiz.
Günümüzde pek çoğumuzun hatırlamadığı bu unutulmaz Paşa’nın asıl adı Ömer Fahrettin Türkkan’dır.Vatanperver, dürüst, cesur ve yüreği Peygamber sevgisiyle dolu bir Osmanlı Paşası’dır
İsyancılara karşı düzenlenen askeri bir harekat esnasında, güçlükle yürüyen çelimsiz bir askeri görünce devesinden inip “Kardeşlerim! Sıkıntıda da bollukta da her şeyi paylaşacağız.” diyerek o askeri kendi devesine bindirmek suretiyle yolculuğa yaya olarak devam edecek kadar tevazu sahibi bir komutan Fahrettin Paşa…
Kaynaklardan kısa bir otobiyografisinde şunları kaydeder:
4 Şubat 1868’de Tuna Nehri kenarındaki küçük bir kasaba olan Rusçuk’ta doğdu. Babası Nizam-ı Cedid Topçubaşısı Ömer Ağa’dır. Annesi Mohaç kahramanı Akıncı Beyi Bali Bey’in soyundan gelen Fatma Adile Hanım’dır.
Fahrettin Paşa,henüz on yaşındayken yaşadığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşın ’da kendisinde asker olma isteği uyanmıştı. Çünkü, bu savaşta binlerce Müslüman hayatını kaybetmiş binlercesi de göçe zorlanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Balkanları İslamlaştırma ideali doğrultusunda 14. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleştirilen Türkler, 19. yüzyıldan itibaren bölgenin kaybedilmesi üzerine “tersine göç” ile karşı karşıya kalmışlardı. Bu hüzünlü ayrılıktan Fahrettin Paşa’da nasibini almıştı.Osmanlı-Rus Harbi sonrasında ailesiyle İstanbul’a gelir. Harp Okulu’nu ve Harp Akademisi’ni başarıyla bitirdikten sonra 1891’de kurmay yüzbaşı olarak OsmanlıOrdusuna katılır. 1908’e kadar merkezi Erzincan’da bulunan 4. Kolordu’da görev yapar. Meşrutiyet’in ilanından sonra Yarbaylığa terfi edip İstanbul Selimiye 1. Nizamiye Tümeni Kurmay Başkanı olarak atandı. Balkan Savaşları’nda ki başarılı hizmetlerinin ardından I. Dünya Savaşı’nda 4. Ordu Komutanlığına bağlı 12. Kolordu Komutanlığı’na atanır. Bu vazifesinde iken Musul ve civarında başarılı hizmetler yürütür. 1915’te 4. Kolordu Komutanlığı Vekilliğine tayin edilir. Fahrettin Paşa bu bölgedeki Ermeni isyanları ile boğuşur. 23 Mayıs 1916’da Medine’ye gönderilir.
Bundan sonra Fahrettin Paşa‘yı farklı kılan süreç başlar…
Bu öyle bir süreçtir ki,bir yandan bizim domuz gribi diye bildiğimiz ve dünyayı kasıp kavuran öldürücü İspanyol Gribi , bir yandan aşırı çöl sıcakları ve bir yandan da açlıkla boğuşarak askerlerine “Gerekirse Çekirge yiyin “ emrini verdiği bir kahramanlık destanının başlangıcıdır.
Mondros Mütarekesiyle başlayan süreçte kırk sekiz saat içerisinde Medine‘nin terk edilmesi emri ile karşılaşılır. Fahrettin Paşa bu emre bir anlam veremez ve Medine’yi ele geçirmek isteyen İngilizlere karşı tüm imkansızlıklara rağmen bu kutsal beldeyi 2 yıl 7 ay savundu. Bu sırada şehrin yağmalanması ihtimaline karşı da 100 parçaya yakın kutsal emaneti İstanbul’a naklederek, belki de Kutsal Emanetleri British Museum’da sergilenmekten kurtardı ve İslam Tarihi Kültürüne önemli bir katkıda bulundu. Uzun süre Medine’yi teslim etmeyen Fahrettin Paşa, devlet merkeziyle bağlantının kopması, erzak ve ilaç sıkıntısının had safhaya ulaşması üzerine 7 Ocak 1919’da Medine’yi teslim etmek zorunda kaldı.
Fahrettin Paşa bütün isyan ve ayaklanmalara karşı hatta merkezi hukümetle ilişkilerinin kesilmesine rağmen mübarek beldeyi Haçlı Ordularına karşı savunmaya yemin etmişti.İsyanların arttığı bir dönemde Cemal Paşa’nın “İstersen tecrübeli alman pilotlardan gönderelim.” teklifini geri çevirmiş; bir İslam beldesi olan Medine’yi savunurken yalnızca Müslüman askerlerle bu işi yapmak istediğini söyleyerek bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur.
İşte bu durum tarihte askeriyle tek vücut olmuş bir Osmanlı paşasının vatan ve Peygamber sevgisinin yansımasıdır. İngiliz oyunu ve onların kandırdığı bedevilerin isyanlarıyla, açlıkla, susuzlukla, 50 dereceyi aşan kavurucu sıcakla, ağır çöl koşullarıyla canla başla mücadele ederek Hz. Peygamber’in kabrini son ana kadar savunan, teslim çağrılarını geri çeviren Fahrettin Paşa’nın bu dik duruşunu ancak ve ancak Peygamber sevgisiyle izah edebilir.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti, yüzyıllardır adalet ve hoşgörü ile hakim olduğu Balkanlardaki ve Afrika’da ki topraklarını yitirmişti. Osmanlı idaresinde olan Arap ülkelerinde de durum hiç iç açıcı değildi. İngiltere bölgedeki petrol kaynaklarını konabilmek için gözünü Osmanlı Devleti’nin kontrolündeki Arap topraklarına çevirmiş, bunun için de her türlü oyuna başvurmaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı işte böyle bir ortamda başlamıştı. Bu arada İngiliz ajanı olan Lawrence de bölgede bulunuyor ve “Osmanlı, Müslüman olmayan Almanya ile ittifak yapıyor, yakında Almanlar Mekke ve Medine’ye de girecektir.” diyerek Arapları Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtıyordu. Bu karışık ortamda Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu Medine’yi savunmak üzere Fahrettin Paşa görevlendirildi.
“Can Verir, Cananı (sav) veremez Türkler” diye adına şiirler yazılan bir kahramanlık öyküsüdür yaşananlar.
Mondros Mütarekesi ile kendilerinde haklılık payı bulan İngilizler akıl almaz hilelere baş vururlar.Bir yanda stratejik nokta olan Hicaz Demiryolu bombalanmış,açlık ve susuzluk had safhaya ulaşmıştı.Halk yiyecek sıkıntısı ile karşılaştı. Lawrence , su kaynaklarını zehirletti.Bu durum halkın şehri terk etmesine neden oldu.Bütün bu olumsuzluklara rağmen Fahrettin Paşa ve askerleri direnişi kırmak isteyen İngilizlerin dış dünya ile bağlantılarını kesmelerine maruz kaldılar. Hz. Peygamber’in kabrini düşmana bırakmamakta kararlı olan Fahrettin Paşa , un stokları azalınca hurma çorbası içmiş, hurma çekirdeklerini öğüterek elde ettikleri undan ekmek üreterek yemişlerdi…
Şehire erzak girişinin kesilmesi ve isyancıların Medine Kalesi’ni kuşatması üzerine direnişin en zor günleri başlamıştı. Medine açlıkla boğuşurken Allah’ın hikmeti midir bilinmez ilginç bir olay yaşanır. Adeta Medine çekirgeler tarafından istila edilmiştir. Bu Bu durum endişe ile karşılanır.Ancak Fahrettin Paşa, askerlerini toplar ve onlara;
“Peygamber Efendimiz döneminde de Hicaz’da çekirge istilasının yaşandığını ve sahabenin çekirge yediğini , Hz. Peygamber’in iki ölünün ve iki kanlının yenmesi bize helal oldu.” şeklindeki hadisini hatırlatarak; “iki ölü balık ve çekirge, iki kanlı dalak ve karaciğerdir. Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Asir Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…”açıklamasını yapıyordu.
Fahrettin Paşa bu durumu ,Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah’ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade ediyordu. Bu izahatlar askerimizde, kavurma yerine çekirge yemeyi, çekirge unundan ekmek yapmayı, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmeyi sağlamıştı.
Bu sıkıntılı günlerde ortaya konulan direnişi, Fahrettin Paşa’nın subaylarından İdris Bey şöyle dile getiriliyordu:
“Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir, Canan’ı (s.a.v.) veremez Türkler.
Ebedi hadimu’l harameyniniz,
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler.”
Medine’yi savunan Müslüman Türk askerinin ruhundan fışkıran bu satırlar Peygamberimize olan sevgiyi anlatmaya yeter.
İşte böyle bir ruh hali ile Peygamberimiz’in Kabr-i Şerifi savunuldu.
Peki daha sonra ne oldu?
Osmanlı Devleti İtilaf devletleriyle 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamış ve I. Dünya Savaşı’n da yenilgiyi kabul etmişti.Bu antlaşma uyarınca Fahrettin Paşa’nın en yakın İtilaf Kuvvetleri komutanlarından birine teslim olarak Medine’den çekilmesi gerekiyordu.
Ancak o kahraman Paşa, teslim olmak yerine Mehmetçiğin Medine’yi savunmakta kararlı olduğunu bir Cuma günü Harem-i Şerif’in minberinden şu sözleri haykırıyordu:
“… Ey Nas! Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, Hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir. Şefaatçiniz O’nun Resulü Peygamber Efendimiz’dir…”
Osmanlı ile kara ve demiryolu bağlantılarının kesilmesi ,cephane ve erzağın tükenmesi zor anlar yaşatıyordu. Buna rağmen Hukümet’in “direnişe son verme ve teslim olma” yönündeki emirleri dinlemiyor, bu konuda üstün bir kararlılık sergileniyordu.
Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa ;
“Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et, diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hukümetin emri yetmez, mutlaka Hilafet ve Padişahın bir iradesi olmalıdır.” diyerek direnişe devam ediyordu.
Mondros Ateşkes Antlaşması bahane edilerek Osmanlı toprakları işgal edilmişti. İstanbul da İngiliz işgali altındaydı. Zor durumda kalan Padişah, İngiliz baskısıyla, Medine’nin Osmanlı askeri tarafından boşaltılmasını öngören bir bildiri yayınlayarak Fahrettin Paşa’ya göndermişti. Ancak Medine’yi bırakmamakta kararlı olan Paşa, “Halife/Padişahın baskı altında kaldığı için böyle bir irade yayınladığını söyleyerek” bu emri de yerine getirmemiştir.
Artık yolun sonuna gelinmişti.
Fahrettin Paşa’ya, “Eğer Medine boşaltılmazsa İstanbul’un da İtilaf Devletleri tarafından işgal edileceği” söylenerek güçlükle de olsa ikna edilmişti. Devletin elde kalan menfaatleri göz önünde bulundurularak Medine’deki direnişe son verilmişti.
Medine‘nin gönülsüzce teslim edilmesi de son derece anlamlıdır.
Fahrettin Paşa’nın Medine’den ayrılış sahnesi Türk İslam tarihinde adeta tarihi titreten bir olaydır.
İslam toplumu için son derece büyük bir öneme haiz olan Medine’yi İngilizlere bırakmamak için her türlü sıkıntıya katlanan, hastalıktan pek çok askerini kaybeden Fahrettin Paşa, gözyaşları içinde son kez Peygamberimiz’in kabrini ziyaret ederek dua etmiştir. Kılıcını İngilizlere teslim etmeyip Peygamber Efendimiz’in kabrinin başına bırakmış ve oradan ayrılmamıştır. “Bayrağımı burçlardan indirtmem, Efendimiz’i bırakmam…” diye haykıran ve İngilizlere teslim olmayan Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa, sonunda, kendi subaylarının ani bir baskınıyla Hz. Peygamber’in kabrinden cebren çıkarılabilmiştir.
Bugün bizlere unutturulmak istenen bu büyük Paşa’yı bu devlet adamını rahmet ve minnetle anıyoruz…
Mekânları cennet olsun…
Kaynak: Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa (Roman) İsmail Bilgin.Timaş Yay.
İlhan Nezor