Hegemonyadan Özgürlüğe adım adım(2)
Hegemonya altında varlık mücadelesi veren devlet adamlarımız arasında “hain” aramamalı “mahkum” aramalıyız.Müstevlilerin,emperyalistlerin,Türkiye’ye karşı darbe girişimlerine engel olmak için yaptıkları takıyedir.
Örneğin,İsmet İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur Türkiye’de içinde yerini alır” ifadesi ile başlayan ve sonrasında da 19 Mayıs 1944 Nutku olarak bilinen Rusya‘ya karşı yakınlaşma bir zamanlar milliyetçi ayaklanmaları körüklese de aslında politika olarak yapılan bir takiyedir. Henüz “Hegamonik vesayet” zincirini kıramamış bir ülke konumunda idik.
Bu bağlamda İnönü‘nün “19 Mayıs 1944 Nutku” ile başlayan süreç taşların yerinden oynayacağının habercisi idi..Bu konuşma aynı zamanda Türk Milliyetçilerine karşı Rus yanlısı açık bir Manifesto niteliğindedir.Yıllardır ülkemizde hakim kalmış ve neredeyse tüm sıkıntılarımızın nedeni olan siyasi anlayışın temelini teşkil eden bir konuşmadır. Bu nutuktan sonra Türkiye‘de bırakın Irkçı söylemleri Milliyetçi en ufak tavırlar bile devlet eliyle linç edilmeye kalkışılmıştır. Rusya‘nın Almanlar karşısındaki galibiyetinden korkan İsmet İnönü o meşhur nutkunda adeta Orta Asya ‘yı elinde tutan Rus‘lara;‘Biz TURANCI değiliz’ ve ‘bize de düşman olmayınız’ mesajı vermeye çalışmıştır. Türkiye‘nin yıllardır yürüttüğü şahsiyetsiz dış politikasının temeli işte bu hegemonya altında takiyye yapmak anlayışların ürünüdür.
Alparslan Türkeş ve dava arkadaşlarının bu tehlikeyi sezdikten sonra ‘sudan çıkmış balığa dönen’ İnönü her konuda olduğu gibi ne yazık ki dış politika konusunda da milli çizgiden çıkılmasına ön ayak olmuştur. Bu nutkun devamında gelen ‘Turancı-Türkçü’ avı sonrası adeta Engizisyon Mahkemeleri kurulmuş Türkeş ve arkadaşlarına selam verenler dahi tutuklanmış ve devletin despot rejiminden korkan gazeteler Türk milliyetçiliğine adeta savaş açmışlardır. İşte Türk ülkesinde Türkçülüğün hor görülmesinin nedeni Hegamonik vesayet altında bulunan ve takiyye yapmak zorunda kalan İnönü ‘ ye dayatılan uygulamalardır.
Bunları içerisinde en acı olanı da “Boraltan hadisesidir”
Hegamonik baskı altında kalan Türkiye o dönemde tarihin en korkunç katliamına imza atmak zorunda kalmıştır.Cumhurbaşkanı Erdoğan Başbakan sıfatı ile Meclis’te yaptığı bir konuşma da bu hadiseyi şöyle nakletmiştir.
“CHP’nin on yıllar boyunca,üstünü örtmeye çalıştığı, unutturmaya çalıştığı bu olay maalesef gerek Türk,gerek Azeri tarihine acı bir olay olarak kazınmıştır.1945 yılında 146 Azerbaycan‘lı aydın Stalin zulmünden kaçıyor. Aras Nehri üzerinden Boraltan Köprüsü’nü geçiyorlar ve Türkiye‘ye sığınıyorlar.Azeriler öz gardaşlarının yurduna gelip öz gardaşları ile kucaklaşıyorlar. Stalin ,Türkiye‘den bu Azerilerin derhal iadesini istiyor.Dönemin CHP Hükumeti Aras Nehri’nin kenarındaki sınır karakoluna telgraf çekiyor ve mültecilerin iade işleminin gerçekleştirilmesini istiyor.Karakol Komutanı gözlerine inanamıyor.Emri defalarca teyit ettiriyor.Ancak Ankara’dan CHP Hükumetinden kesin ve net emir geliyor: Azerileri teslim edin...Durumu anlayan Azeriler Türk askerlerinin boynuna sarılıp yalvarıyor.’ Ne olur bizi teslim etmeyin,bizi burada siz kurşuna dizin,kendi toprağımızda,kendi öz gardaşımızın,kendi öz bayrağımızın altında bizi siz öldürün ‘ diyorlar. Ancak Ankara’dan gelen emir nettir.Karakol Komutanı çaresiz bu 146 Azeri kardeşimizi teslim ediyor. Boraltan Köprüsünü geçen Azeriler köprünün hemen karşısında Türk Askerlerinin,Türk Subaylarının gözleri önünde elleri bağlanmış olarak infaz ediliyor.Karakol Komutanı’nın bu elim manzara sonrasında intihar ederek canına kıydığı söyleniyor.Bu acı hadiseden geriye çok ama çok acı bir ağıdın dizeleri kalıyor.
Boraltan bir köprü/ Aşar geçer Arası
Yuğsan Aras suyuyla çıkmaz yüzün karası.
Düşman bekler karşıda önüne kattı beni
Can alınan çarşıda gardaşım sattı beni.
Dönüp seslendim geri,merhametsiz birine
Beni siz vursaydınız şu gavurun yerine…”
Bu acı hadise ile Rusya‘ya verilmek istenen mesaj “Biz Turancı değiliz” olmuştur.Azeri kardeşlerimizi gözlerimiz önünde kurşuna dizdirmek nasıl bir hegemonya altında oluşumuzun açık bir göstergesi değil midir?
Kuruluşunun ilk yıllarında On Üç milyon nüfusa sahip olan Türkiye,yetişmiş elemanlarını Çanakkale‘de şehit vermişti.Kalan nüfusun yüzde 90′ı kadın,çocuk ve yaşlılardan oluşuyordu.Dolayısıyla parasız , silahsız ekonomik verilerden uzak bir yaşam ,sadece Türkiye Cumhuriyeti ibaresini kurtarmak için Hegemonya ve vesayet altına girmeye mahkum edilmiştir.
Vesayetin ve hegemonya kurallarının nasıl uygulandığını görmek ve rapor etmek için de başta İngilizler olmak üzere batılı komiserler de ülkemizde cirid atıyordu.
Nasıl bir Hegemonya altında olduğumuza ve bu vesayetin ülkeyi yönetenlere nasıl sirayet ettiğine çok çarpıcı ve içimizi yakan bir başka örnekle bu bölümü bitirelim;
Ahmet Süreyya Örgeevren, 1960′ lar da Dünya gazetesinde yayınlanan hatıratında, duruşmalar esnasında yaşanan ilginç ve trajik olaylara yer veriyor.
“Bir gün mahkemeye kara yağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hakimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hakimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…”
Mahkemenin idam gerekçesi dehşet vericidir: “Türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına…” “Hemen o gece çocuğu götürüp astılar” diyor.
Baş savcı, daha sonra bu olayın etkisinden kurtulamadığını anlatıyor: “Dağkapı’da Yalova adlı küçük bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, niye beni bıraktın beni idam ettirdin? diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hal iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm…”
Sabahleyin, mahkemeye gittim ve hakim arkadaşlara dedim ki, ‘Birader, Türkçe bilmeyenleri asarsak tüm-Diyarbakırlıları, hatta tüm doğuluları asmamız lazım. Biz buraya suçluları cezalandırmaya geldik.’ Rüyada başıma gelenleri onlara anlattım.
Mazhar Müfit ve Öteki hakimler, ‘sen karışma, bu bizim işimizdir’ dediler. Bende savcı’lığımı ileri sürdüm, aramızda münakaşa ağız kavgasına kadar ilerledi. Ben ve onlar şifre ile durumu Ankara’ya bildirdik. Bir hafta sonra şu telgrafı aldım:
“Ahmet Süreyya Bey, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Baş Savcısı:
“Gayemiz, Kürtlerin ve Kürtçülüğün kafasının ebediyen ezilmesidir. Hakim arkadaşlarınla anlaş. Gözlerinden öperim.” (Başvekil İsmet İnönü)
Artık hiç kimse Türkiye‘nin uzun yıllar özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi verdiğini söyleyemez.Eğer bu ülkede “ Türkçe bilmediği için memlekete hayrı olmayacağına ve idamına …” hükmeden mahkeme kararları var ise ki olmuştur, nasıl bir Hegemonya ve baskı altında olduğumuz görülmektedir…
(Devam edecek…)
İlhan Nezor