Hegemonyadan Özgürlüğe adım adım(1)
Siz, ne kadar düşünce ve fikir özgürlüğünden bahsederseniz bahsedin, Türkiye‘de “yazmak” kadar zor bir iş yoktur. Yazdıklarınız eğer kafa karıştırmıyor ise “kafası karışık muhataplarınız” yok ise yazdıklarınızı yayınlamadan çöpe atmanız daha uygun bir davranıştır.
Biz de, bu hatırlatmayı yaparak uzun soluklu bir yazı dizisine başlayacağız. Bakalım kelime dağarcığımız bizleri hangi limana doğru sürükleyecek.
“Gemileri yakacağımız son liman” neresi olacak hep birlikte göreceğiz…
Dönüşü olmayan bir nehirden yola çıktık…
“Dünyanın her köşesinde ‘özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ gibi sözcükleri biz bağırdık; ‘budala papağanlar da‘ bu oltamıza takıldı. Bu kelimeler daima Yahudi olmayanların refahını kemiren, her tarafta sulhu, suküneti, dayanışmayı yok eden Yahudi olmayanların bütün müesseselerini tahrip eden mahvedici kurtçuklar oldular. Gerçekte eşitlik yoktur.
Böylece, Yahudi olmayanların aristokrasisini yok etme olanağına kavuştuk. Onun yerine, bizim; para ve eğitim temeline dayanan kendi aristokrasimizi kurduk. ‘(Siyon Protokolleri no:1)
Hayatım boyunca içi boşaltılan, ‘Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ kavramlarından nefret etmişimdir. Çünkü, bu kavramları savaşçı edasıyla kullanan içimizde bunca sosyopatlar olunca “gözlerine bakıp ciğerlerini muayene” etmeniz de bir o kadar anlamlı oluyor. Sosyopat dudaklardan dökülen bu manidar cümleler anlamını yitirdiği gibi felsefi ve sosyolojik bağlamda da tartışma konusu olmuştur. Seküler Baronların kontrollü stratejik gerilimin izdüşümleri ile hareket eden bu güruh “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” gibi kavramlara “budala papağanlar” gibi sahip çıkmaya hala daha devam etmektedirler.
Cumhuriyetimizin derin analizini yapmaya başlıyoruz…
Bahsedeceğimiz konular yürekli insanlarımızın dile getirebileceği belgegeçerlerdir. Elbette yarası olanlar gocunacaktır. Milliyetçi duygularımız “Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” hatırlatmasını yapmaktadır.
Önce sıkça dile getirilen ve yaklaşık yüz yıldır her platfomda tartışılan kavramlar üzerinden analiz yapalım…
Cumhuriyet,siyaset,demokrasi ve politika…
Aralarındaki farklar nelerdir..?
Siyaset ve politikayı neden karıştırıyoruz?
Demokrasi ve Cumhuriyetin anlamını yitirdiği noktalar neresidir?
Cumhuriyet Arapça bir kelime…Cumhur “Halk” demektir…Bu anlamda kullanılır…Bir yeri kimin yöneteceğini halkın belirlediği yönteme Cumhuriyet denir…Demokrasi ise, nasıl yönetileceği ile alakalı sorunun cevabıdır...Demokrasi daha çok hukukla alakalıdır…Devletin yönetim hukuku…İdare hukuku...Şahsın hukuku…Yani seçilen şahsın üstünlüğü değil…Seçen şahsın üstünlüğü de değil…Hukukun üstünlüğü…Seçen de seçilen de Hukuka tabidir…Buna demokrasi deniyor…Genel anlamda “Hukukun muhtevasıdır…”
Hitler’in de kanunları vardı…Neron‘un da kanunları vardı…
Hukuk,kanun,adalet ayrı ayrı şeylerdir…Kısaca Cumhuriyet,kimin yöneteceğine,kimin yönetileceğine halkın karar verdiği uygulamanın adıdır…Demokrasi de nasıl yönetileceğinin cevabını veren kurumun adıdır…Siyaset,her şeyin siyaseti vardır…Siyaset sadece particilik demek değildir…Bir babanın evde siyaseti vardır..Bir öğretmenin sınıfta siyaseti vardır…Bir işverenin iş yerinde siyaseti vardır…Siyaset bir tavırdır…Bir yöntemin adıdır…Yürütülecek stratejidir…
Politika bazen kötü anlamda kullanılır…Ama bir noktaya gideceksiniz o noktaya gitmek için takip edeceğiniz strateji siyasettir…O noktaya varabilmek için yapacağınız uygulamalara da Politika denir…Bu siyasetin bu stratejinin politikası ne olacak ? Olumlu anlamda böyledir…Politika taktiktir,siyaset stratejidir…Örneğin,İslam siyasetinde şu vardır : “Hedef meşru olacak,yürüdüğün yol ve uyguladığın yol da meşru olacak…” Dolayısıyla meşru bir hedefe gayrı meşru usullerle gidilemez…
Bu bilgiler ışığında Cumhuriyetimizin kuruluş aşamasından bu güne kadar yapılmak istenen nelerdir…? Geçmişte olduğu gibi “vesayetik hegemonya” altına mı alınmak isteniyoruz..? Özgür müyüz yoksa Hegemonya altında mıyız..?
Özgür müsünüz yoksa hegemonya altında mısınız?
William Shakespeare’in ifadesi ile “Olmak yada olmamak,bütün mesele bu..”
Şu paragrafın altını çizerek ve tarihe not düşerek söylüyoruz;
“Vesayet altında isek özgür değilsek halk olarak yöneticiler olarak neyi nasıl yapacağımız hususunda kendi kararımızı biz almıyorsak,alamıyorsak,kararı alıp uygulamayı bize bırakmayan güçler bizi hegemonya altına almışlarsa orada herkes çok yüzlüdür.Ve orada herkes takıyye yapmak zorundadır.”
Cumhuriyet tarihimiz boyunca sağcısı solcusu ,alevisi sunnisi ,ilericisi gericisi takıyye yapmışızdır…Yapmak zorunda bırakılmışızdır…Kendimiz gibi olmamız mümkün değildir….Çünkü vesayet altındasınız….
Dolayısıyla üzerinde durulması gereken konu özgür müsün değil misin?
Dünya iki temel gücün çatışmasına şahittir…
Birisi ‘bütün insanlığı birbiri ile çatıştırarak,öldürerek,halkları kendi içlerinde çatıştırarak,sömürerek,çatışma üzerine hükümranlık tesisi etmiş küresel tapınakçı Şambala Çetesi.
Diğeri de ‘Aydınlanmanın yegane kaynağı Horasan Medeniyeti.
Dünya bu iki gücün çatıştığı yerdir. Şambala kan beslenen bir üst akıldır.Bu aklın vatanı,devleti,milleti yoktur.“Tanrı benim..!” anlayışıdır dayandığı teori.”Ben ne dersem o olur.” Bütün ülkelerin hatta bir zamanlar Türkiye‘nin medyasında,siyasetinde,bürokrasisinde , finansında,askeriyesinde örgütlenmiş bir çete idi.Şu anda da dünyanın canını acıtan bu çetenin uygulamalarıdır.
Buradan hareketle Osmanlı bu vesayetin altına girdi…
Özellikle 1799 dan sonra 1800 lü yıllar da Osmanlı bu küresel çetenin hegemonyası altına girmek zorunda kaldı…Çünkü,geri kalmıştı…Yanlışlıklar yapmaya başlamıştı.“Tanzimat Fermanını ” nı biz mecburen ilan ettik. Tanzimat “Hegemonyayı” kabul etmektir.”Devletimiz yıkılmasın” diye hegemonyası altına girdiğimiz ülkelerin bize dayattıkları argümanları yasalaştırmak için.Tıpkı bugün AB uyum yasalarını nasıl ki yasalaştırma mecburiyetimiz var idi ise Osmanlının zayıfladığı dönemde Tanzimat ile yapılmak istenen de budur.
Sultan Abdülaziz’i İngilizlerin Osmanlı’da ki ajanları öldürttü…Neden..? Çünkü , Sultan Abdülaziz , dünyanın en büyük donanmasını kurmaya karar vermiş ve uygulama aşamasına getirmişti.
Bu düşünce ,onun şehit edilerek saf dışı edilmesine neden oldu.’1839 İngiliz Ticaret Antlaşmalarıyla’ İngilizlere dünyanın en büyük kapitülasyonlarını verdik ve İngiltere‘nin çok ciddi ‘hegemonyası’ altına girdik.Ali Paşa,Fuat Paşa,Mithad Paşa dönemleri bunun bir örneğidir.
Peki bu dönüşümü nasıl yaptılar..?
“Biz tanrıyız” diyen Şambala‘nın bir özelliği vardır. Şambala karşımıza düşman olarak gelmez.”Senden görünür sana mensup olur ve kendisine dönüştürür.” Mesela bugünkü Daeş‘in Tanzimat‘taki temsilcisi Ali Süavi’dir. Bir çok kimse onu “İslamcılığın ilk Şovalyesi” olarak bilir.Oysa kendisi tamamen bir ‘İngiliz hayranı ve ajanıdır.
Said-i Nursi, ona ‘müfrit müslüman’ diyor.Bugünkü dile tercüme edersek “Radikal İslamcı” demektir…İşte bu “İslamcı” kılıklı İngiliz ajanı , ‘Bab-ı Ali’yi’ basıp insanları öldüren ve Abdülhamid‘i tahtından eden olayları fitilleyen birisidir.
Abdülaziz‘den sonra Abdülhamid iktidara gelmek için ve ileride iktidarını muhafaza edebilmek için, İngiltere ile müttefik olmak zorunda idi ve ‘Kraliçeyi’ davet etmiş ve nezaketen ‘elini öpmek’ zorunda kalmıştır.Çünkü iktidara gelebilmesi için böyle bir zaruret var idi.İngiltere hegemonyası altına girmiş idik ve bu şekilde iktidar güçlü olur kanaati o günlerde başlamış idi.
Bu öyle bir hegemonyadır ki Padişah Mehmed Reşad bile ‘mason’ olmak zorunda kaldı.Neden..? Çünkü, dünyadaki mason örgütlerinin Osmanlıya destek vermelerini sağlamak amacı güdüyor idi.
İhsan Süreyya Sırma‘nın kitaplarını okuyanlar ‘Ajan İngiliz Misyonerleri‘ adlı risalesinde şöyle bir bilgiye rastlayacaklardır;
“Osmanlı son dönemlerinde , Papazı bilmeden farkında olmadan kedisine Şeyhülislam yapmıştır…”
Netice olarak, yaşanan bu hadiseler Osmanlı‘nın ‘vesayet altına girmiş bir devlet’ olduğunu ortaya koymaktadır.Oysa bu hegamonik yapı içerisinde Sultan Abdülhamid‘in bütün maksadı Osmanlı’yı yıkılmaktan kurtarıp,mecalli hale getirip devam ettirebilmek için zaman kazanmaktan ibaretti.
Hala öyleyiz…Yani aynı durumdayız…
Bu “vakit ve zaman kazanma” işi Mustafa Kemal‘de de vardı…İnönü‘de de vardı …Adnan Menderes‘te de vardı.Ve bugün ,Tayyip Erdoğan’da da olmuştur.Bizi yıkmasınlar diye biraz sabırlı davranmak ve zaman kazanmak. Dedik ya, “bütün mesele olmak yada olmamak”
Bu çırpınışları veren devlet adamlarımızın, Türk dünyasına yönelik gelişmeleri görüldükçe “İngiliz aklı” devreye giriyor ve “Tanrı biziz” diyen “Şambala Çetesi” hemen “Horasan ekolüne” karşı savaşını başlatıyor.
Sultan Abdülhamid,Tıbbıye,Mülkiye,Harbiye,Sanayi Mektepleri,Demiryoları başta olmak üzere müthiş bir kalkınma hamlesi başlatınca bunu fark eden güç, Türkiye‘de ki ‘İslamcı’ kılıklı ajanları vasıtasıyla derdest edildi.”Hareket Ordusu” aslında “Abdülhamid’i kurtarmak” için geliyordu.Medrese talebeleri,Alaylı Subaylar devirdiler Abdülhamid‘i.Yani o günün Daeş‘i yıktı denilebilir: Ali Suavi gibiler
Sonra ne oldu..? Birinci Dünya Şavaşına girdik ve mağlup olduk. “Lozan andlaşması” bizim için “Birinci Dünya Şavaşının” bitişidir. Lozan ne hezimettir ne de Zaferdir.Bu konu hep yanlış değerlendirilmektedir.Bir vatan coğrafyası ve bir devlet tabelasını kurtarabilmek için verilen mücadelenin adıdır Lozan.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kim ne derse desin “İngiltere Hegemonyası” altında kuruldu. Lozan‘da ki büyük başarı şudur:”Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet ve Türkiye diye bir vatan coğrafyasının kurtardık.”
Sonuç: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yöneticileri arasında hain aramayın,mahkum arayın.
Mustafa Kemal‘de mahkumdur… İnönü’de mahkumdur…Menderes‘te mahkumdur…Tayyip Erdoğan‘da mahkum olmak zorunda bırakılmıştır…
Tam bu noktada “ağır ifadeler” kullandığımızı söyleyenler olacaktır.
Tarih Babaya baş vuralım bakalım bize neler anlatacak…
Yıl 1924 Cumhuriyet ilan edilmiş meclis kurulmuş,devletimiz tamam,anayasamız da var. Kanunların yazılması icap eder…
Bir Celal Bayar hatırası; nakleden de Bayar‘ın yakın dostu, 1937 yılının “Maliye Müfettişi” görevlerinde bulunan Burhan Ulutan.
Bayar anlatıyor, “Teşkilat-ı Mahsusa‘dan iki arkadaş bana geldi ve dedi ki ‘Celal Bey,devlet iflas etmiş durumda.Biz şu Ahilik teşkilatını,Ahilik çalışmasını tekrar tatbikata koyalım.Bunu git Mustafa Kemal’e söyle.’ Durumu Gazi‘ye anlattım.Arkadaşların böyle böyle bir teklifi var dedim … Atatürk bana dedi ki; ‘Celal çok doğru.Ama bu teklifi sakın kimseye söyleme,bunu geliştir.Celal,tam istiklalimizi sağlayıncaya kadar bu fikrini kimseye açma.” dedi.
Bu sözler konuşulduğunda yıl 1924‘tür.Yani öyle zannedildiği gibi tam istiklal ve bağımsızlık sağlanmış değildir…Türkiye Hegemonya altındadır.
Bu konuyu teyit eden başka bir anı ile devam edelim…Dünya çapında genel kabul görmüş “Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu” adlı eserin yazarı büyük İslam Alimi ve aynı zamanda Hukukçu olan Ömer Nasuhi Bilmen bir anısını şöyle nakleder.
“Bir gün Mustafa Kemal bizi,ulemayı,alimleri çağırdı.Bize dedi ki ‘anayasa yazacağız.Kanunları yazın.Hepimize de ayrı ayrı başlıkları taksim etti.’ Aradan bir kaç ay geçti…Mustafa Kemal bizi çağırdı…Hiç birimiz bir şey yazmamıştık.”
İsviçre‘den,İtalya‘dan,Fransa‘dan çeşitli kanunları kendimiz yazamadığımız için aldık.
Durum bugünde aynıdır…Şu anda niye anayasa yazamıyor isek,o gün de kanun yazamıyorduk.Neden çünkü ,medeniyetimizi yok etmiştik.Batı medeniyetinin mensubu olmuştuk. Medeniyet bilincimizi tahrip ettiğimiz Tanzimat’a mecbur bırakılmıştık.Bu nedenle şu an için Türklerin kendi anayasalarını yazmaları başlı başına bir devrim olacaktır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ki bu “hegemonya baskısını” anlamak için Mustafa Kemal ve İnönü dönemlerinde Nuri Demirağ’ın yerli uçak yapma teşebbüsünü ve 200 uçağı ihraç edilişini (Danimarka,Hollanda vs),sonra da kendi ürettiği uçakların Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın alınamayışının , alınmasının engellenmesinin hikayesini bilmek zorundayız.
Ne acı bir durum..!
Kendi ürettiğiniz uçakları kendiniz satın alamıyorsunuz..!
İşte bu durum “vesayet ve hegemonya” altında kurulan bir Cumhuriyetin tam bağımsızlığını elde edemeyişinin bir göstergesidir.
Yakın dönemden bir örnekle bu bölümü bitirelim.
Çağdaş yaşamcı Türkan Saylan ne demişti “Bu memlekette bizim istemediğimiz hiç bir şey gerçekleşemez.Ne olacağına biz karar veririz.Çünkü biz asılız…”
Peki bu gücü nereden alıyor Saylan…
İşte bahsettiğimiz Hegemonya,vesayet ve “Tanrı Biziz” diyen Şambala Çetesinden…
Devam edeceğiz…
İlhan Nezor