Bir zamanların Kobay Ülkesi : Türkiye

Düşmanın en iyisi açık düşmandır.Ona karşı gardını almak ve ondan korunmak çok kolaydır.Ama dost görünen düşmanla ve bu düşmanın hileleri ile uğraşmak daha beterdir.Yani dostun kötüsündense düşmanın iyisi daha merttir.
Şimdi gelelim sevgili dostumuz Amerikanın bizei biçtiği acı hikayemize...
Marshall Palanı İkinci Dünya Savaşı sonrasında yürürlüğe geçiyor.
Nedir bu Marshall Planı..?
Amerika kaynaklı bir yardım paketi.Bu yardım paketinden yararlanan ülkeler arasında Türkiye de dahil tam on altı ülke bulunuyor.
Ne de çömert bu Amerikalılar...Bize çeşitli hediyeler sunuyor...
Okullarda çocuklara süt tozu gönderiyor, yumurta gönderiyor.Bu yardımların içinde Mısır Özü yağı da var.
"Derlerya şeytan ayrıntıda gizliidr" diye.İşte Şeytan'ın oyunu bu Mısır Özü yağı ile başlıyor.Halbuki Türkiye o zamnalar bir zeytin cenneti.Ülkemizin dört bir yanı zeytinlik.Bu yüzden de zeytin yağı gayet ucuz.Bunu hiç şüphesiz Atatürk'e borçluyuz.
Atatürk 1929'da Yalova'ya gider.Çiftlik yakınında bulunan yerinden düşmüş dört bin ağacı görür.Bunların gençleştirilerek örnek bir zeytinlik durumuna getyirilmesi talimatını verir.Atatürk'ün talimatıyla İtalya'dan Petrini adında bir teknik elemen getirtirilir.Bursa'da ki köylerde kurslar açılır ve zeytin çiftçisi bilinçlendirilir.Ziraatçılar yetiştirilmek üzere iki yıllığına İtalya'ya gönderilir.Döndüklerinde "Zeytin Bakım Fen Memuru" olarak on beş günlük kurslarla köylerdeki çiftçileri eğitirler.Kurslarda başarılı olanlar da usta olur.
Bu düzenlemeyle binlerce zeytin çiftçisi sürekli eğitilir.Öyle ki,zeytin bahçesine bakmayan üreticilere ce kesilir.Atatürk'ün çok istediği özel zeytin kanunu da ölümünden 2.5 ay sonra çikarılır. Bu düzenlemelerle Türkiye dünyada en çok ağaç sayısı ve ürün alan ülkelerin başında olacaktı.Ancak Atatürk'ün ölümü ile türk köylüsünün geleceği de tehlike altına girdi.

Dönelim yine Marshall Planına ...
Amerika çok eski yıllardan beri dünyanın en büyük Mısır üreticisi.Amerika fazla fazla birikmiş mısırını elden çıokarmanın bir yolunu bulmak zorunda idi.
Ne yapabilir di? Türkiye'ye satabilirdi.
Türkiye'ye yapılacak Marshall yardımının koşullarından birisi de Türkiye'nin Amerika'dan Mısır Özü yağı ithal etmesi şartı konulur.
İyi güzel , hoş da Türkiye zeytin yağı kullanıyor.Hem daha ucuz hem daha sağlıklı.Biz bunlara nasıl kakalıyacağız bizm bu mısır özü yağını.Önce insanları zeytin yağından soğutmamız lazım.
Ayarla oradan iki doktoru,ver güzelce paralarını , radyoya çıkart ve "Zeytin yağı ısındığında kanser yapıyor" desinler tamam bu iş.
Nitekim de öyle olmadı mı?
Bunu duyan Türk Halkı da " Zeytin yağı kanser yaparmış,biz mısır özü yağı kullanalım Hanım,marketten zeytin yağı alma bundan sonra " demneye başladı.
Türkiye kendi güzelim zeytin yağı var iken Amerika'dan Mısır Özü yağı ithal etmeye başlar.İthalatın kesintisiz sürmesi için de yabancı yatırımcılar Türkiye'de ilk margarin fabrikasını kurar.Politikacılarımızın öncülüğünde bir çok zeytin ağacımız sökülür.Katliamdan kurtulan ağaçlardan elde edilen zeytin yağı da Amerika tarafından dolar karşılığı alınır.
Tabi bu da yeter mi? Yatmez...
Ülkenin meşhur türkücülerinden birisine de para karşılığı bir türkü siparişi verilir.Zeytin yağından insanları soğutacak,Türkiye'de ki pamuk tarlalarına karşı Türkiye'yi pamuk ithal eden bağımlı bir ülke haline getirebilecek bilinç altına işleyebilecek bir türkü olmalıydı.
"Zeytin yağlı yiyemem aman
Basma da fistan giyemem aman.."
Zamanında Türkiye'nin en popüler türküsü idi bu.Hala daha anlamını bilmeden düğünlerde bu türkü eşliğinde göbek atıyoruz.
Ve türkünün devamında olduğu gibi basma giyen kadınlar plastik, naylon giysilerle tanışır.Amerika "Biz yeni bir trent yarattık , bakın bu kumaş su geçirmez,sizin basma fistanları boş verin biz size bunu satalım" der.
Eee Amerika bu..! En iyisi o bilecek tabi...
Pamuktan Plastiğe yönelimin olması için kadınların basmadan kıyafet yani fistan giymesi de hor görülmeye başlandı.Pamuklu kumaştan yapılan basma fistan elbiseler yerini naylon kumaşlara bırakır.Amerika tarafından bizden satın alınan fistanlar ise iplikleri sökülüp yeni giysiler haline getirilir.
Türkünün devamına bakalım...
"Senin gibi cahile
ben efendim diyemem aman..."
Pekiii...Milletin efendisi kim..? Köylü...Türküde Efendim diyemediği de milletin efendisi olan köylüdür.
MarshallPlanında gönderilen yardımlardan en önemlilerinden birisi de "süt tozudur"
Ne acıdır ki ilkokul çocuklarına içiirlmesini de şart koşuyorlar.Bu gönderilen süt tozları su ile karıştırılarak kaynatılır ve süt saatinde çocuklara servis edilir.Üstelik içmek istemeyen öğrencilere zorla içirilir.Üstelik sütün litresi 100 kurş iken , süt tozunun kilosu 30 Kuruştur.Bizim halkda bu muhteşem süt tozuna pek sevinir.Tabi süte karşı Amerika'nın gönderdiği süt tozunun faziletleri de anlatılır. Taze sütler raf ömrü uzun süt tozuna karşı yenik düşer.İşin en ilginç yanı ise bu süt tozu yardımından sonra Anadolu tarihinde ilk kez çocuk felci vakalarının başladığı söylenir.Bu çocuk felçinin önüne geçilebilmek için de Amerika'dan tonlarca para ödenerek çocuk felci aşısı alınır ve rutin aşılar arasına dahil edilir.
1950'li yılların ortalarına kadar Türk insanı kendi buğdayını kendisi üretir.Kendi yiyeceğini ayırır kalanını da başka ülkelere ihrac eder.Amerika ise o yıllarda bitki genetiği değiştirerek üretimi artırmak ister.İlk ürün olarak temel besin maddesi olan buğday seçilir.Marshall Planı ile ülkemize bedava buğday gönderilir. Peki bu bedava buğday ülkemizi nasıl etkiledi.
Evet görünürde sadece bir yardım olarak gözüküyordu.Tüm stoklarımız Amerikan yardımı ile dolduğundan artık köylümüz üretemez hale gelir.1950'li yıllardan sonra başlayan tarım sektörü işsizliği altmışlı yıllara gelindiğinde hat safhaya ulaşır.Amerikan buğdayları tükenince de dışarıdan ithal edilen buğdayların ekmeğine halkımız çaresiz razı olmaya başlar.
Atatürk'ün en büyük hayallerinden birisi de havacıktı.Atatürk Cumhuriyetten hemen sonra havacılık gelişmelerini araştırmak için Avrupa ülkelerine bir heyet gönderiri.Altı uzmandan oluşan bu heyetin üyelerinden birisi de ilk pilotlarımızdan Vecihi Hürkuş idi.Mustafa Kemal heyeti gönderirken şunları söylemişti :
"Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum.Alevler halinde geri dönmelisiniz."
Döndüler...Alevlerden bir Volkan yarattılar.
Vecihi Hürkuş döndükten hemen sonra ilk Türk uçağını inşaa etmeyi başardı.Soy adını Atatürk'ün verdiği Nuri Demirağ uçak mühendisi Selahattin Reşit'i ortak ederek Beşiktaş'ta uçak fabrikasını kurdu.Üretilen uçaklar Amerikan yapımı uçaklarla boy ölçüşebilecek nitelikteydi.Başarılı uçaklarımız Türkiye'de olduğu kadar yurt dışında da büyük yankılar uyandırdı.Tabi bu bazılarının işine gelmiyordu.Türklerin kendi uçaklarını kendilerinin yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendiriyordu.Başta tabiki Amerika'yı.
Atatürk öldükten sonra havacılığa olan ilgi azalmış,devlet desteğini çekmişti.Bizim iyiliğimizi düşünen Amerikacılarımızda Marhal yardımı çerçevesinde "Yahu siz niye uğraşıyorsunuz bunlarla , yorulmayın,biz size beleşe uçak göndeririz" dediler ve gönderdiler.
Ama İkinci Dünya Savaşında ellerinde klan üretimi durmuş hurda uçaklartı verdiler. Bu yüzden bakım için her yıl bütçeden dört yüz milyon lira harcadık.İspanya,İran ve Irak'ın bize sipariş verdiği Türk uçaklarımız da iptal edildi.
Yurt dışında alınan siparişler engellendiği için elde klan uçaklar da hurdacıya satıldı.Sipariş alamayan fabrikamız da satıldı
"İstikbal göklerdedir.Göklerini koruyamayan uluslar yarınlarından emin olamazlar"
Atatürk'ün bu sözünün ardından onun ölümü ile parazitlerden koruyamadık topraklarımızı.Göklerimizi,milli çıkarlarımızı beleşe sattık.Yerli üretimin temellerini böyle yıktık.İçimizde doymak bilmeyen Parazitleri beslemeye devam ettik.Beslamaya da devam ediyoruz.
Vesselam...
İlhan Nezor