Son Şehzade (Neziroğlu)
Mürekkebin akmadığı yerde kan damlar

“Homo Homini Lupus..!”(2)






Homo Homini lupus “İnsan insanın kurdudur” fikrini ortaya atanlar,sosyal bir varlık olan insanın aynı zamanda doğasında savaşçı bir tavır sergilemesini üç temel esasa dayandırmaktadırlar: Rekabet,güvensizlik,şan ve şeref bilinci…

Felsefeciler tarafından bu üç temel esas üzerine inşa edilen insan doğası toplumsal statü için bir mücadele alanıdır.Dolayısıyla insan kazanmak için her türlü riski göze alır ve ne kadar fiziki ve sosyal unsur var ise bütün bunları egemenliği altına almak ister.Gerekirse bunun için savaşı bile göze alır.Neticede herkes birbiriyle savaş halindedir.Bu doğal bir durumdur.

İşte tam bu noktada ‘devlet’ denilen mekanizma devreye girmektedir.Çünkü böylesine kaotik bir ortamda güvensizlik hakim olur.Artık sosyal,ekonomik ve siyasi hiyerarşik bir düzen kaçınılmazdır.

İnsanlara ne olduklarını,hangi siyasal ve sosyal düzenin takipçisi olmaları gerektiğini hatırlatmak , toplumların neden ‘devlet’ olma bilincine gereksinim olduğunu ortaya koymak ,insandaki bu çatışma ve kişisel savaşma arzusunu frenlemektedir.Akli melekeler devreye girer ve diğer insanlara ihtiyaç duyulduğu fikri toplu yaşama arzusunu oluşturmaktadır.Yani tüm insanlarda var olan kendini koruma isteği doğa durumunda savaşa neden olurken, toplumsal durumda barışa neden olacaktır, yani insanlar haklarını korumak, güvencede olmak için uzlaşacaklar ve ortak bir “egemen” oluşturacaklardır.

Bu nedenle Thomas Hobbes‘in  ortaya attığı “Doğa insanı sosyal varlık değildir, insan insanın kurdudur sürekli birbirini kemirir, yok etmeye çalışır… Bu durum kendi varlığını da tehlikeye atacağından kendini koruma isteği uzlaşmayı zorunlu kılar ve doğal insan uzlaşmacı, sosyal insana dönüşür.” gerçeklik kazanmaktadır.

Dolayısıyla Sn Cumhurbaşkanının “İnsan insanın kurdu değil,kardeşidir” fikri gerçeklik kazanmakla beraber , bunun belli bir sürece bağlı olduğu gerçeğini de değiştirmemektedir.

Konuya biraz daha paradigmal bakılırsa insanın aslında özünde iyi ve ahlaklı bir varlık olduğu , onu kötüleştiren , mutsuz eden toplumsal yaşamdaki yozlaşmalardan kaynaklandığı görülecektir.Bunun en önemli etkeni hiç şüphesiz mülkiyet hakkıdır.Özel mülkiyetler eşitsizliği tetiklemektedir. İnsanın özel mülkiyetlerini korumak için yasal ve siyasal bir düzen oluşturma çabası devleti meydana getirmiştir. Komünal kapalı ilkel toplumlarda özel mülkiyet yoktur. Ne zaman ki , insanlar toprağa yerleşmeye başlayıp üretim yapma zorunluluğu hasıl olunca  özel mülkiyetle birlikte devlette ortaya çıkmıştır.

Bazı felsefecilere göre, bencillik üstüne kurulmuş bir devlet içinde erdemli bir yaşam kurmak da zordur. İnsanlık bu nedenle eşitlik, özgürlük gibi değerlere sarılmış ve “Toplumsal Sözleşme” zemininde erdemli bir yaşama ulaşmak ve ahlaksal mutluluğu gerçekleştirmiştir. Toplumsal, kültürel varoluşun temelini oluşturan sözleşmeler insanın özgürlüğünden vazgeçmesi anlamına gelmez. O, özgürlükten vazgeçmenin, insan olma niteliğinden, insan haklarından ve ödevlerinden vazgeçmek olduğunu savunur. İnsanlar doğal anlamda düşman değildirler. Savaşın nedeni insanlar arası ilişkiler değil, olaylar arası ilişkilerdir. Savaş kişisel ilişkilerden değil, mal-mülkiyet ilişkisinden çıkar. Birlikte yaşayan insanlar hepsini kapsayan eşitlik ve adaleti koruyarak “egemen” olan bir devlet için sözleşme yaparlar.

Bu felsefi yaklaşımlar gerçekten “insan insanın kurdu mudur?” sorusunu sordurmaktadır akıllara..!

Bugün toplumsal yaşamda var olan sorun  toplum içindeki hak ve ödevlerin herkes için geçerli olduğunun bilinci ile hareket edememe alışkanlığıdır.Birlikte yaşama arzusu ,ortak idealler de buluşma fikrini oluşturmalıdır.Bunu yaparken farklı olanı ötekileştirmeden , ötekinin farkındalığını kabullenmek birlikte yaşama arzusuna katkı sağlayacaktır.Böyle bir birliktelik ekonomik ve siyasi açıdan zorunlu olduğu gibi , erdemli bir insan olarak yaşama hakkını da verecektir.İşte böyle bir özlenen tablo o bildik “Dünya hepimize yeter” ifadesini haklı kılacaktır.

Bütün bu hümanist yaklaşımlar ‘dünyanın bizlere yetebileceği’ müjdesini verse de , kişisel hırslar , daha çok kazanma ve lüks tüketim isteği kendi sonunu hazırlayan Kapitalizm gibi ideolojilerin saplanmasına neden olmaktadır.Olmuştur da.Daha çok üretim ve pazarlama arzusu toplumsal sömürüyü aşarak devletler arası savaşlara kadar varmıştır.Tarih bu savaşlarla doludur.İki büyük dünya savaşı insanın ‘içindeki bu kurd ‘ nedeni iledir.

Bugün dünya,özellikle İslam coğrafyaları bu küresel kapitalizmin staj alanıdır.Milyonlarca insan böcek bilimcinin böceği labratuvar ortamın da incelediği gibi incelenmekte ve gerekirse katline karar vermektedir.Böyle bir vahşete karşı direnen STK(Sivil Toplum Kuruluşları) da dünya komu oyuna “Terörist” yaftası ile sunulmaktadır.

Neticede insanoğlu her ne kadar mülkiyet hakkını teminat altına almak için devlet denilen oluşumu oluşturmuşsa da nefes alıp verdiği sürece bu ideolojik saplantıların pençesinde boğuşan zengin ve yoksulların savaşı bitmeyecektir.

Oysa  geçen yüzyılın başında insanlar daha iyi nasıl yaşarız, ideal yönetim biçimi ne olmalıdır, daha mutlu, daha huzurlu bir toplum nasıl oluşturulur, bu toplumun siyasi yapısı, ekonomisi nasıl olmalıdır? Sorularına yanıt aramaya başlamışlardı.Kendi toplumlarına özgürlüğün her alanını bir hakimiyet sahası olarak sunan bu küresel şebekler adına Liberalizm dedikleri sistemi içlerinde ki ‘kutçukların’ devreye girmesi ile kısa zamanda Kapitalizmle yarışır hale getirdiler.Neticede küreselleşme denilen yeni bir canavarı sürdüler sahaya.Her alanda özgürlük fikri sonun başlangıcı oldu.

Küresel hakimiyetleri için her yolu deneyen , bu olmadı başka bir ‘izm’ devreye koyalım diyerek dişlileri kendi istikametleri doğrultusunda çeviren güçler bu kez de  “İdeal toplum eşitlik temeline dayalı olmalıdır” düşüncesi taraftar bulmaya başladı ve herkesin her açıdan eşit olacağı, yoksulluğu da varlığı da eşit paylaşacağı bir sistem kurdular adına Sosyalizm dediler.Bu maya da tutmadı.Başka arayışlara girdiler.Bu sefer Antik Yunan‘dan,Roma Medeniyetinden bahsettiler.“Adalet ve Demokrasi” söylemleri ile yola çıktılar.Bu güzel süslü ve etkileyici cümlelerle üçüncü dünya ülkelerine demokrasi ihracına başladılar.İçlerinde ki kurtçuklar temel insan hakları bahanesi ile sun’i baharlar oluşturdular.Gelinen nokta kan ve göz yaşı.Vatanını terk etmek zorunda akalan çocuklar, onlara kucak açan Türkiye sahillerinde adeta bir balık gibi kıyıya vurdu…Ve bu manzara karşısında dünya sessiz kaldı…Alın size demokrasi.

Netice olarak denilebilir ki “İnsan insanın kurdu “ olmaz.Bu fıtrata da aykırıdır.Onu , hemcinslerini kemirecek kadar kurd yapanlar saplantı içerisinde bulunan ideolojilerdir.Tarih boyu bu böyle olmuştur.

İnsan olmak,farklı paydalarda da olsa buluşabilmek,farklılıkları bir kültür haline getirmekle ancak dünya yaşanılabilir bir hal alacaktır.

İlhan NEZOR

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol