Hegemonyadan Özgürlüğe adım adım(5)
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Mustafa Kemal‘de dahil günümüze kadar“Vesayet ve Hegemonya” altında yaşamanın nelere mal olduğunu,toplumun nasıl devşirildiğini çarpıcı örnekleri ile anlatmış ve küresel bir çetenin dayatmalarına karşı toplumun atom çekirdeğinin nasıl parçalandığının örneklerini vermiştik.
Son dönemlerde de yaşanan bu handikaplardan misaller vererek hegemonik baskılardan nasıl kurtulma çabalarımızdan örnekler vererek yazı dizimizi tamamlayacağız.
Türk siyasi yaşamı darbelere adfedilerek yazılma geleneğinin bir serencamıdır.Bu gelenek içerisinde yerli ve milli kalkınma hamleleri ile dikkatleri üzerine çeken Milli Görüş lideri Necmeddin Erbakan’dan bahsetmeden geçemeyiz.
1970 sonrası Necmeddin Erbakan Hoca sanayi hamlelerinden,tam bağımsızlıktan bahsetmeye başlamıştı.Bu çıkış, haliyle “Küresel Güçleri ” ve hegemonya altında siyaset yapmaya alıştırılmış işbirlikçi politikacıları rahatsız ediyordu.Bütün engellemelere karşı Erbakan’ın bu yerli ve milli duruşu halk nezdinde genel kabul görmüş ve ülkenin her tarafında konuşulur olmuştu.
Türkiye’yi batı engizisyonu karşısında ayağa kaldıracak bu fikirlerin siyasi arenada bir karşılığı olmalı ve temsil edilmeydi. Erbakan daha önce de bu düşüncelerinden dolayı Odalar Birliği Başkanlığından da polis zoru ile indirilmişti.Üniversite yıllarında da arkadaşı olan Demirel‘in Adalet Partisinden aday olmak istedi. Ancak Küresel Şambala Çetesi devreye girerek vesayetin zavallı temsilcisi Demirel’e baskı yaptı ve adaylığını engelledi.Demirel küreselci ağabeylerine karşı Türk Milleti‘nin onurunu korumak adına kefen giymeyi göze alamamıştır.Bu durum vesayet altında lider olarak kalmanın ezikliğidir.
!970 Muhtırası…Milli Nizam’ın kapatılışı…
Erbakan Hoca İsviçre’dedir.Zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur devreye girer ve Erbakan Hocayı arayarak Türkiye‘ye dönmesini söyler.Gelinen süreçte 11 Ekim 1972’de Milli Selamet Partisi kurulur.
Ve Türkiye artık yeni bir doğum sancısı çekmektedir.Bu aşamada “Türk Derin Devleti” Şambala Çetesine karşı harekete geçmiş ve büyük bir hamleye imza atmıştır.İleride yaşanacak Kıbrıs Meselesinin de kaderini belirleyecek olan bir dönemece girilmiştir. Türkiye’nin istikbali konu edilerek Sağ-Sol meselesinin ortadan kaldırılıp MSP_CHP Koalisyonu oluşturuldu. Kıbrıs’ın tamamının alınması konusunda ısrarcı olan Erbakan’ın bu tavrı engellenmeli idi.Nitekim de öyle oldu.Bugün Avrupalı dostları tarafından “Şovalye Nişanı” verilerek taltif edilen Can Dündar, Bülent Ecevit’in hatıralarını yazmıştı.Hatıralarda yer almayan ancak katıldığı ortamlarda anlattığı şu hadise Küresel Çete Şambala‘nın Türkiye üzerindeki hegemonik baskısı açısından çok çarpıcı bir örnektir.
“Bülent Ecevit diyor ki ; Henry Kıssencer (dönemin ABD Dışişleri Bakanı) beni aradı ve dedi ki ‘Sayın Ecevit şu hatta durmanızı istiyoruz…’ Ben de dedim ki ‘Arkadaşlarla bunu müzakere edelim size haber veririz’ Kıssencer bana aramanıza gerek yok birazdan Genel Kurmay başkanı yanınıza gelecek ve bunu size bildirecek dedi ve telefonu kapattı.Birazdan da Genel Kurmay Başkanı geldi ve Sayın Başbakan şu hatta durmamız gerekiyor dedi”
Bu durum vesayet ve hegemonya altında yaşamaya alıştırılmış bir portre sunmuyor mu?
Kıbrıs‘ta kazanılan bu zaferden sonra kendisi “Kıbrıs Fatihi” olarak anılmaya başlanan Ecevit , Küresel Çetenin entrikalarına boyun eğmek zorunda kalmış ve ilerideki politikalarını da o istikamette yürütmeye başlamıştı.Kazandığı bu ünvanla tek başına iktidara geleceğini sanan Ecevit, koalisyonu bozmuştu.Toplumda kutuplaşmaların artmasına da zemin hazırlanmış ve belkide siyasi yaşamının en önemli hatasını yapmıştı.Terörün ayyuka çıktığı bir dönemece girilmişti artık.Daha sonra AP,MHP,MSP koalisyonları ile MC Hükümetleri kurulmuştu.
Bu dönem Küresel Çete açısından Erbakan başta olmak üzere milli damarların kesilmesi gerektiği bir dönemdir.İleride faili meçhul cinayetlerin artmasına zemin hazırlayacak entrikalar ve tezgahlar kurulmuştu Küresel Çete tarafından.Artık karanlık bir sürece girilmişti.Bir yandan bugün karşımıza FETÖ olarak çıkan örgüt sinsi bir şekilde askeri ve idari yapılanmayla örgütlenmeye devam ediyor bir yandan da PKK Terör Örgütü devlet destekli organize oluyordu.
Bu ifadelerle devleti itham altında bıraktığımız sanılmasın.Bu iddiamızı ileri de faili meçhul cinayetlerle çalkalanan Türkiye‘de Askeri Savcılık ve Devlet Bakanlığı yapmış birinci ağızdan dinleyebiliriz. Baki Tuğ...
Sonraki yıllarda basına yansıyan ve özel sohbetlerinde sıkça dile getirdiği bir anısı o dönem Türkiye’sinin nasıl bir vesayet ikliminde olduğunu anlatmaya yeterlidir.
Baki Tuğ anlatıyor…
“Ben, Abdullah Öcalan ve arkadaşlarını ‘Şafak Bildirisi’ davasından yargılıyorum.MİT’ten bana bir yazı geldi ‘Abdullah Öcalan bizim elemanımızdır ona göre yargılayın…’ Ben de Öcalan’ı salıverdim”
Şimdi ne alakası var diyeceksiniz ama şu cümlemizin altını çizin.
“Uğur Mumcu’nun öldürülmesini bu cümlede aramak gerekir.”
Uğur Mumcu bu iddiaları dile getiren yani , Abdullah Öcalan ve PKK‘nın gayrı resmi illegal yollarla devlet eliyle nasıl desteklendiğini kanıtlayan bir kitap yazma aşamasında idi. Yazmasın diye öldürüldü.
Bu olay sonrası Küresel Çete yine devreye girdi ve bu cinayetin arkasında “İslami Terör” yapılanması kuşkusu ile İran‘ı hedef göstererek “Kahrolsun Şeriat” sloganları ile olayın derinliğinden bihaber olan halkımızı sokaklara dökmeyi başardı.
Baki Tuğ yıllar sonra bir TV proğramın da ” Mumcu , benden MİT ve PKK ilişkisinin olduğu belgeleri istedi, kitap yazacaktı.Buluşamadık ve öldürüldü….” diyecekti.
Derin Küresel Çete Şambala Örgütü o dönem devlete öylesine nüfuz etmişti ki ” Ben MİT Müsteşarlığı yapmadım. CIA’nın Türkiye temsilciliğini yaptım” diyen Mit Müsteşarlarını da görecekti Türkiye.
Şimdi söyler misiniz bana hangi bağımsızlıktan söz ediyoruz..!
Daha sonraki yıllarda Özal‘ın karşı karşıya kaldığı Küresel Çete faaliyetlerine de rastlıyoruz.Körfez Harekatında Lozan’da emanet verilen Musul ve Kerkük baskı ve zulüm altında idi.Bu durumu gören Özal sınıra asker yığıp Musul ve Kerkük‘ün alınması konusunda ısrarcı idi.Ancak ne gariptir ki Ecevit‘in Kıbrıs Harekatında başına gelenler onun da başına gelmiş ve zamanın Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay’ın “Olmaz, böyle bir harekatı yapamam” demesi üzerine istifa ettirildi.
Bu olaylar silsilesi bununla kaldı mı? Hayır..!
Sonraki yıllarda da kahraman Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa‘nın şehadet haberi ile karşılaşmaktayız.Eşref Bitlis Paşa o dönem Güneydoğu‘ya Amerika tarafından yerleştirilen ve Erbakan’ın da şiddetle karşı durduğu “Çekic Güç” ün varlığından rahatsız olmuştu.
Eşref Bitlis Paşa,hem kahraman bir asker hem de bir Bozkurt edasıyla “Çekiç Güç Güneydoğu’da Terör Örgütü PKK’ya yardım ve yataklık etmektedir.Derhal ülkeden çıkarılmalıdır…” açıklamasını yapmaktaydı.
Bu açıklamadan kısa bir süre sonra “buzlanma” nedeni bahane edilerek bir uçak kazasına kurban edildi.
Burada anlaşılmaktadır ki,Müslümanların ‘Ben Mü’minim ‘ diyenlerin iktidarla imtihanı çok zordur.Bunu nerede anlıyoruz?
Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat’ın postalları altında ezilen Türkiye’de tabana yayılmayan ,basında yer almayan, hiç kimseni bilmediği bir olay oldu.Mark Grosman ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Türkiye’ye bir talimatla gelir. Türkiye‘nin sınırlarını değiştirecekler. uygulanmak istenen plan şu idi. Türkiye‘nin Güneydoğu‘sunu Türkiye‘den ayıracaklar.Buna karşılıkta Azerbaycan’ın Güneyini İran’dan ayırıp biz veriyorlardı.
İşte tam bu noktada “Türk Derin Aklı” devreye giriyor.Bugün FETÖ diye karşımıza çıkan ve o dönem de Parelellerle birlikte yaşamak zorunda bırakılan devlet diyor ki; “Ben bugüne kadar bunların benimle beraber devletin içinde bulunmalarına tahammül ediyordum. Çünkü,onların kanatları altında varlığımı devam ettirebiliyordum.Kendi emniyetim için bunu yapıyordum.Ama şimdi bizzat benim müttefiklerim benim topraklarıma göz diktiler.”
İçerideki bu hain yapılanma karşısında “Türk Derin Aklı” devreye giriyor ve “Yeni Türkiye Stratejisini” belirliyor.Tam bu noktada Devlet Bahçeli’ye önemli görevler düşüyordu.28 Şubat koalisyonunu erken seçim kararı alarak yıktı.Dolayısıyla ABD tarafından gönderilen Mark Grosman‘ın bu hain planı devre dışı bırakılıyordu.Bu arada ilginç bir gelişme oldu.Abdullah Öcalan Türkiye’ye ABD tarafından teslim edilmiş karşılığında da Fethullah haini ABD’deki malikanesine yerleştirilmişti.
Kısa bir süre sonra da Başbakan Ecevit şu açıklamayı yapacaktı.“Ben ABD’nin bize APO’yu teslim edişini ve çeşitli dayatmalarda bulunmasını hala anlamış değilim.“diyecekti.
Bu yazı dizimiz boyunca anlattığımız hadiseler Türkiye‘nin nasıl bir hegemonya altında olduğunu göstermeye yetecektir.Daha önce de ifade ettiğimiz gibi,Türk Siyasi Yaşamında Liderler yapılan baskılar karşısında zaman zaman siyasi takıyye yapmak zorunda kalmışlardır.Ak Parti‘nin ilk yıllarında yaşadığımız Türk Askerinin başına çuval geçirilmesi olayı milli onurumuzu zedelemişti.Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın gazetecilerin kendisine “Efendim ABD’ye karşı nota verecek misiniz? sualine verdiği “Ne notası Müzik notası mı” cevabı milli hafızamızı yaralamış gibi gözükse de buraya kadar anlattıklarımızdan doğan gerekçeler göz ardı edilmemelidir.Tayyip Erdoğan o gün yaptığı takıyyenin karşılığını Beyaz Saray‘da Trump‘ın yüzüne karşı söylemiştir.Ne idi o..? Türkiye’nin Afrin Harekatı öncesi ABD‘nin Terör Örgütlerine binlerce tır silah yardımı yapmasını ve Türkiye‘yi hedef tahtasına oturtmasının doğuracağı sonuçlara katlanması gerekeceğini söylemişti.Beyaz Saray’da yaptığı konuşmada silah yardımını kesmesini aksi takdirde müttefiklik hukukunun dışına çıkarak tüm terör unsurlarının ayırt edilmeksizin vurulacağını tüm ABD’lilerin gözlerinin içine bakarak söylemişti.
Ve neticede dünyanın en gelişmiş ordularının bile bu kadar başarılı olmayacağı bir harekatla ABD’nin askeri karizması çizilmiş oldu.
2000 den 2007′ye kadar Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Küresel Güçlere karşı oyalama,darbelerden koruma,vakit kazanmak için takiyye yapmıştır.Ne idi bunlar? BOB Eş Başkanlığı,İsrail’den ödül almalar,Özerklik şartları imzalamalar vs…
Peki Erdoğan bu dik duruş cesaretini nereden alıyordu…?
Yeni strateji gereği Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık bundan böyle tarih boyu kan kusturan vasilerini bırakıp egemenlerin hegemonyasından çıkıp kendinden menkul bölgesel lider küresel aktör olma zorunda kaldığından ötürü “Yeni Türkiye Stratejisine “geçtiğinden dolayıdır.
Denilebilir ki yaşanan bu gelişmeler 15 Temmuzla birlikte bir vesayetten kurtuluş bir Hegemonyadan kurtuluşun miladı olmuştur.
“Türk Derin Aklının” ortaya koyduğu “Yeni Türkiye Stratejisi” zalimlere karşı dik duruş mazlumlara karşı da şefkati “Dünya beşten büyüktür” diyerek tarihteki onurlu yerini almıştır.
Vesselam…
İlhan Nezor