Kamburları çıkmış vaziyette yürüyen bir grup insan…
Türkiye genç nüfus yapısı itibariyle tarihinin her döneminde hareketli ve hararetli bir yaşam sürmüştür.Zaman zaman sosyal alt yapıyı da sarsan bu olgu hep gençler üzerinden organize edilmiştir.Fikir ve düşünce aykırılıklarının gençler üzerinde idealize edilmiş olması , kontrol mekanizmasını elinde tutan güçlerin, günü geldiğinde Tusinami etkisi yapacak hamleyi başlatmasına da zemin hazırlamaktadır.
Yaşadığımız süreçte an itibariyle zincirleme gelişen hadiseler akıllara eski ABD Başkanı David Eisenhower’ın şu tespitini getirmektedir;
“Politikada hiçbir şey asla tesadüflere bırakılmaz.Eğer, toplumu sarsacak bir olay meydana geliyorsa bilinsin ki o önceden tasarlanmıştır…”
Eisenhower‘ın bu tespitlerine katılmamak mümkün değil…
Yakın tarihimiz bu planlı provakatif hareketlerle doludur.Bir çok örnek verilebilir.Ancak biz, bu makalemizde çok değil bir kaç yıl öncesine gideceğiz.
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra “Biz iktidara geldiğimizde bu vesayetçi anlayışı kökünden söküp atacağız” diyen bir pradigma ve bunu dillendiren o dönemin İstanbul Belediye Başkanı ile karşılaştı Türkiye…
Ak Parti’nin, adeta Sincan Tankları gibi sandıkları patlatırcasına iktidarla buluşması halka rağmen bazı güç odaklarını rahatsız etmeye başladı.İcraatlarının ne olacağı , başarı ve istikrar gösterip gösteremeyeceği bile beklenmeden bu güç odakları o günden çalışmaya başladılar.
Böyle olması mukadderdi.Çünkü karşılarında kararlı bir lider vardı ve henüz Belediye Başkanlığı döneminde sarf ettiği “Vesayetçi saltanatlarını yıkacağız” ifadesi bu telaş için yeterli bir sebep olmuştu.
Çünkü şunu çok iyi biliyorlardı, bu kafa yapısı varlık sebebi olan Faiz Lobisi‘ni zora sokabilirdi.Yatlarında ağırlayamayacakları,şortla karşılayamayacakları,kumar oynamayan , içki içmeyen ve dahası arkasında da namaz kılmayacakları bir lider vardı.
“Muhtar bile olamaz” diyerek hapse attıkları adam şimdi daha da güçlü bir şekilde karşılarında duruyordu.Bu korkular , ta o günden düşünülmüş ve geçen süre içerisinde karşı bir cephe oluşturulmuştur.
Eisenhower‘ın dediği gibi, artık bundan sonra hiç bir şey tesadüflere bırakılmamalıdır.Gazete küpürlerini gerekçe gösterilerek parti kapatma davaları , e-muhtıralarla bu dip dalgayı oluşturmaya başladılar.Yazılı ve görsel basında bazen hakarete varacak derecede her yolu denediler.Hakaret dolu Tweetler ve tahrik edici paylaşımlarına devam ettiler.Kendilerince “Tamam artık düğmeye basma vakti geldi” diyerek Gezi Parkı olaylarını başlattılar.
Kırdılar,döktüler,yaktılar,yıktılar…
Bu Vandallıklarını sempatik göstermek ve direnişi meşrulaştırmak için ağaç katliamını öne sürdüler ve çınar ağacı altında Alman piyanocu larla,İngiliz kemancılarla doğa severlik gösterisi başlattılar.
Yaşadığı bunca toplumsal olaydan ders çıkarmasını bilen milletimiz bu çapulculara taviz vermedi ,oyunlarına gelmedi.
Öyle bir tokat yedilerki bu asil milletten,onların bu haleri bana yıllar önce okuduğum ve tesiri altında kaldığım kitaptan bir pasajı hatırlattı. 19. yüzyılın en önemli Fransız felsefe ve şairlerinden Baudelaire’nin bir eserinde;
“Gri göğün altında, tozla kaplı geniş bir ovadayım. Ne bir yol, ne bir çimen, ne bir diken, ne bir ısırgan otu… Kamburları çıkmış vaziyette yürüyen bir grup insana rastladım.Sırtlarında bir un çuvalı ya da kömür torbası ağırlığında birer canavar(!) taşıyorlardı. Ama bu canavarlar öylesine bir yük değillerdi. Tersine hamallarını sarıp sarmalayan güçlü kaslarıyla korkunç pençelerini insanların göğüslerine saplamışlardı. Ürküten başları antik çağ savaşçılarının düşmanı korkutmak için giydikleri miğferler gibi insanların başının üzerinden aşıyordu.
İnsanlardan birine sordum, nereye gittiklerini öğrenmek istedim. Bir şey bilmiyordu. Ne o, ne de ötekiler. Ama bir yere gidiyorlardı muhakkak çünkü karşı konulmaz bir yürüme ihtiyacı içindeydiler.Şaşırtıcı bir şey: Bu yolcuların hiç biri hallerinden şikâyetçi görünmüyordu. Boyunlarına asılan, sırtlarına yapışan bu canavarı bedenlerinin bir parçası gibi kabullenmişlerdi. Yorgun ve ciddi yüzlerde bir umutsuzluk yoktu. Sürekli umud etmeye mahkûm insanların teslim olmuş edasıyla melankolik bir göğün altında, en az o gökyüzü kadar kederli bir arazide ayakları toza batmış olarak ilerliyorlardı.
Heyet yanımdan geçip gitti ve ufukta yuvarlaklaşan yeryüzünün insan merakından saklandığı yere doğru uzaklaştı.Bu sırrı anlamak için bir süre inat ettim ama karşı konulmaz bir kayıtsızlık üzerime çöktü, sırtlarındaki canavarın onlara verdiği ağırlığın daha da fazlasıyla ezildim.”
Evet bugün ülkeyi karıştırmak isteyen başta FETÖ ve onlarla işbirliği oluşturan sair gurupların içine düştükleri durum budur.Boyunlarına asılan, sırtlarına yapışan bu ihanet canavarını bedenlerinin bir parçası gibi kabullenmişlerdir.Artık kamburları çıkmış bir vaziyette toplum içinde dolaşmaya devam edeceklerdir.
Artık onlar Noterdam’ın kamburu olarak değil, FETÖ Kamburu olarak hafızalarda kalacaklardır.
İlhan Nezor