Son Şehzade (Neziroğlu)
Mürekkebin akmadığı yerde kan damlar

“Olasılık varsa Tanrı yoktur”dan bugünlere…(2)

Birinci bölümde insanlık aleminin gerçeği arama , doğrulara ulaşma yolunda asırlarca çeşitli felsefi akımların etkisinde nasıl kaldığından bahisle kullanılan metot ve uygulamaların sonuçları üzerinde kısmen de olsa durmuş ve 21.yüzyılda gelinen noktaya işaret etmiştik.
Bu bölümde ise tarihi süreç içerisinde nesillere nasıl aksettirildiğine ve sonuçlarını hayretler içinde izleyeceğiz.
İnsanlık alemi Teoloji (ilahiyat) ilminin gelişip serpilişine kadar kökenlerini Paganizm‘de (doğa dinleri) aramış ve kitleleri çıkışı zor bulunan bir labirente doğru sürüklemiştir.20 yüzyıl ile birlikte Paganist terimler ilahiyat metadolojisi karşısında çeşitlilik arz edememiştir.Tanrı’yı “Olasılık “ kabilinde gören bakış açısı aslında “Tanrı” kavramını kendi paradigmasında “Tanrısallaştırmıştır”
Doğanın dilini konuşturarak varılmak istenilen sonuç dünyanın yapı taşlarının, kimyasal ve fiziksel analizler ekseninde 48 Katrilyonda bir ihtimalle sınırlandırılmıştır.Ancak, Ayştayn‘la başlayan bu tez , evrenin belirli bir matematiksel uyumu ve ahengi karşısında daha fazla kalem oynatamamıştır.
Her şeyin zıddı ile kaim olduğu evrende, görünürde tezat gibi cereyan eden hadiseler hakikatte birbirini tamamlayan, birbiri ile var olan hallerdir. Kâinat zıtlıklar içerisinde var olmuştur, zıtlıklar içerisinde gerçek mahiyetini bulmuştur. Geceyi görüp gündüzün kıymetini anlayabilmek gibi leziz bir şey. Biz buna renklerin savaşı da diyebiliriz.Şairin dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,birinciliği beyaza verdiler.”
Biz o birinci olan hiç kirlenmeyen pencereden bakacağız.”Ya kemalden zevale ya zevalden kemale” olan yolculuğumuzun tarihsel sürecine değineceğiz.Hiç kirlenmeyen ve hep beyaz sadeliğinde kalan dinin nasıl yamalıklı bir bohça haline getirildiğine şahitlik edeceğiz.
Öyle demiyor muydu Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz’leri:
“Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden
Din de gitti devlette gitti elimizden”
Şu husus çok iyi bilinmelidir ; Dünyada hiç bir millet Türkler’e ,Osmanlı’ya değinmeden tarihini yazamaz ,gerçeklere ışık tutamaz.Amerikan tarihini bile yazmaya kalksanız 1830‘da Osmanlı‘ların Tunus Valisi Akdeniz’deki Amerikan donanmasını senede 30 bin dolar karşılığında korumayı taahhüt etmiştir.Osmanlı devleti Amerikan devleti ile yaptığı anlaşmayı devlet başkanı imzası ile değil,Kuzey Afrika’da ki Valisi ile yapmıştır.Oradaki bir Vali’ yi Amerikan Başkanına eş değer görmüştür.Amerikan tarihinde İngilizce yazılmadan yapılan tek anlaşma budur.
Dolayısıyla “Aristo’nun Köpeği” tezi gibi ya işaret edilen yöne yada parmak ucuna bakmak durumundayız.İşaret edilen yön milli hafızamız olan tarihimizdir.
İslam’la şereflendikten sonra Nizam-ı Alem İlahikelimetullah yolunda büyük gaza ve cihangirlik davasının yılmaz savaşçıları olan milletimiz, kaderin kendisine biçtiği bu rolü kudret ve azametiyle nesiller boyu aktarmayı başarsa da günümüzde olduğu gibi “Paralel Kumpaslarla” sekteye uğratmıştır.Bunda elbette dış mihrakların ve içimizdeki maşalarının rölü büyüktür.Yaklaşık ikiyüz yıllık bir hesaplaşmadır günümüzde yaşananlar.1839′da başlayan, yetkilerin sınırlandırılması ve kanunların her gücün üstünde olduğunun ifade edilmesi bir park hümayunu olmaktan öteye gidilememiştir.Yetki erkinin bizzat kendi elleriyle yetkilerini sınırlandırması üzerinde düşünülecek bir husus değil mi?Osmanlı ülkesinde Avrupai tarz hayat ve hukuk kurallarının geçerli olmaya başlamasıyla manevi değerlerde ifade özgürlüğü ileri sürülerek yavaş yavaş aşınma başlamıştır.Hukuk alanında ıslahatlar ile yeni ticaret, ceza kanunları ve mahkemeler meydana getirilse de bu haklardan Türkler ve Müslüman’lardan daha çok Av­rupa‘lılar ve gayrimüslimler yararlandılar.Halk iradesinin dışlanıp Padişah’ın tek taraflı ortaya attığı irade kılık, kıyafet, yaşayış ve sosyal alanda “Batılılaşma” denilen sözde yeniliklere imza attı.
Gel zaman git zaman dünya savaşlarla çalkalanırken doğu toprakları ve toplumlarının en kudretli milleti olan Türk’ler Birinci Dünya Harbi sonunda 1,300.000 şehit vermişti.Resmi olmayan rakamlara göre de 1,650,000 askerimizde kaybolmuştu.Bu tablo Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı sonunda toplam kaybının 2,950,000 olduğunu göstermektedir.
O yıllarda Osmanlı İmparatorluk geleneklerinde Gayrı Müslimler kesinlikle askere alınmıyor , toplum içinde Millet-i Sadıka olarak yaşamlarını devam ettiriyorlardı.Osmanlı’ yı yorgun ve bitab duruma getiren savaşların ardından İmparatorluğun son dönemlerinde Yahudi‘ler , Ermeni‘ler ve Rum‘lar Anadolu‘nun en zengin kavimleri haline geldiler.Bunda hiç şüphesiz İttihatçıların rölü büyüktür.Sultan İkinci Abdulhamid’den istediklerini alamayan Yahudiler İttihatçı’ların da desteği ile gereken hazırlıkları yapmaya başlamışlardı.1000 yıllık bir sürecin sonunda anlaşılmıştır ki , Türk Milleti savaşla zabtedilecek bir millet değildir.“Türkler öldürülebilir ama asla yenilgiye uğratılamazlar””(Napeleon)
Birinci Dünya Savaşının ardından yerli işbirlikçi arayışlarına gidildi ve ittihatçıların da desteği alınarak Avrupa’dan Türkiye’ye 185,000 Yahudi göç etti.Şark topraklarından sürgün edilen Ermeniler ise Anadolu topraklarında kimliklerini gizlediler.
Ve 1923…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.
1927′de ilk nüfus sayımı yapıldığında Türkiye’nin nüfusu sadece 13 Milyondu.O yıllarda bu nufusun yaklaşık 1,000,000 ‘ u Gayrı Müslim‘di.Tahsilli ve zengindiler.Yaşanan süreçte bir çokları kimliklerini gizlemeyi başardılar.Köylerinin isimlerini değiştirdiler.Çocuklarına Türk isimleri verdiler.Her zaman Türkiye’nin en önemli yerinde oldular.Kritik görevlere getirildiler.Ülkenin en güzel yaşam alanları onlara tahsis edildi.Kendilerini “en büyük Atatürkçü” olarak tanıttılar.Bu nedenledir ki bu sayede kuralları hep onlar koydu.
Onlara göre bu kurallar manzumesini gelecekte çocukları da koymalıydı.Bunların en belirgini Lozan Heyetinde yer alan ve batılı Lord‘lara ” Siz Türk’lerin isteklerini kabul edin.Ben onların çocuklarını İslam’dan uzaklaştırmak için elimden geleni yapacağım “ diye taathüdde bulunan Yahudi Haim Naum‘dur.Bu adam Koç ailesini dedesidir.
Şimdi hemen hatırlayalım , bir dönem ADD Başkanlığı’nı da yapan Prof.Türkan Saylan ekranlardan neler söylemişti : ” Biz asılız.Dolayısıyla bizim istemediğimiz hiç bir şey bu ülkede gerçekleşmez “ diyebilmişti.
Tekrar tarihle yüzleşirsek 1839 dan 19 yıl öncesine gidelim ve o sinsi planların nasıl yürürlüğe girdiğine hep birlikte ibretli bir hadise ile şahit olalım.
1820-1821 yıllar, Rumlar tarafından Mora yarımadasında, büyük bir isyan çıkarılır ve neticede binlerce Türk öldürülür. Dönemin Padişahı 2.Mahmut bu isyanı bastırır.Milleti Sadıka diyerek her türlü hak ve hukuku gözetilen Rum‘ların bu isyanında parmağı olanların tesbiti için, Sadrazam Benderli Ali Paşa’yı görevlendirir. Yapılan incelemede, Fener Rum Patriğinin, isyanla yakın ilişkisi olduğu ortaya çıkar.
Bunun üzerine derhal baskında ele başı olan Patrik 5.Gregorius’un evine baskın düzenlenir. İsyanla ilgili belgeler ve Osmanlının amansız düşmanı olan Rus Çarı Alexandra’ya yazılmış çeşitli istihbarat mektupları ele geçirilir. Fener Rum Patrikhanesini, ihanet yuvasına çeviren bu patrik yargılanır ve halkı isyana teşvik etmek ve Osmanlı Devletine ihanet etmekten suçlu bulunur ve idama mahkum edilir. İnfaz; Patrikhanenin kapısı önünde, 21 Nisan 1821 günü gerçekleştirilir.
Peki sonra ne olur?
Fener Rum Patrikhanesi bu yaşananları belkide asırlarca haklarına tecavüz edildi gerekçesi ile tarihin sayfalarına taşıyacaktır.Bu düşüncelerle Patrikhane yönetimi aynı yerde bir Türk büyüğünün asılana kadar bu kapının kapalı olmasına karar verir.Bugün “Kin Kapısı “ olarak bildiğimiz hadisenin seyri böyledir.Ve orada bir Türk devlet adamının asılmasını beklemektedirler.
İşte gördüğünüz gibi yapılan aramalarda 5.Gregorius’un evinde Rus Çarı ile yapılan istihbari yazışmalara rastlanılmış ve Osmanlı’da gereğini yapmıştır.
Peki bu mektupta neler yazılı idi.Patriği idama götüren satırlar nelerdi,özetleyelim:

“Türkler’i maddeten ezmek ve yıkmak; mümkün değildir. Çünkü: Türkler; çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis (onur) sahibidirler. Bu özellikleri ; dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, geleneklerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine itaat duygularından gelir.
Türkler: zekidirler. Kendilerini; doğru yola sevk edecek liderleri olduğunda da daha da çalışkandırlar. Gayet; kanaatkardırlar. Onların bütün meziyetleri: hatta kahramanlık ve bağlılık duyguları; geleneklerine olan bağlılıklarından ve ahlaklarının kuvvetinden gelir.
Türkler’i yıkmak için: önce bağlılık duygularını kırmak ve manevi bağlarını parçalamak gerekir. Bunun da, en kısa yolu: milli ve manevi değerlerine uymayan, yabancı fikir ve davranışlara, onları alıştırmaktır.
Türkler; dış yardım kabul etmezler. Haysiyet duyguları, buna engeldir. Eğer; geçici bir süre görünürde kuvvet ve kudretleri varsa da; Türk’ler mutlaka dış yardıma alıştırılmalıdırlar.
Maneviyatları sarsıldığı gün; Türkler’i kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve güçlü kuvvetler önünde zafere götüren; asıl kudretleri sarsılacak ve o zaman Türkler’i yıkmak, mümkün olabilecektir.
Bu nedenle; Osmanlı Devletini yıkmak için, yanlızca savaş meydanlarındaki zaferler yeterli değildir. Ve hatta; yanlızca bu yolda yürümek, Türkler’in gerçekleri anlamalarına neden olabilir.
Yapılacak iş; Türkler’e bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır. ”
Rus Çar’ı na yazılan bu satırlar çeşitli şekilde yorumlanabilir.Ancak şurası çok önemli,Türk’leri yıkmak için mutlaka dış yardıma alıştırılmalı ve borçlandırılmalıdır.”
Tarihden bu anektodu hatırlattıktan sonra gelelim günümüze.
Bir çok örnek verebiliriz.Ancak yakın bir tarihe gitmemiz yeterli olacaktır sanırım.
Yıl 2003, Cheryl Benard adında Yahudi asıllı bir kadın bir araştırma şirketi adına ve Başkan Bush‘a verilmek üzere 88 sayfalık bir rapor hazırlar.Rapor İslam dünyası üzerine bir çalışma olsa da hedef her zamanki gibi Türkiye‘dir.Raporun özeti kısaca şöyle:
“İslâm ülkelerinde yaşayan insanları 4 gruba ayırın:
“Fundamentalistler,Gelenekçiler,Modernistler,Laikler.”
Görüldüğü gibi “Müslüman” kimliği altında olması ve hiç bir hizipçiliği kabul etmeyen bir olguyu kendilerince nasılda kategorize ediyorlar.Bununlada yetinmeyip her guruba nasıl davranılması gerektiği yönünde de tavsiyede bulunuyorlar. Modernistleri destekleyi. laikleri kayırmayı. Kökten dinci Müslümanlara karşı, gelenekçi Müslümanları destekleyi. Fundamentalistlere karşı savaş açmayı, onların terör örgütlerine destek verdikleri iddiasını yaygınlaştırmayı vs…vs”

Üçüncü bölümde görüşmek ümidiyle bu yansımaların Cumhuriyet tarihindeki sonuçlarına bakacağız…

ilhan Nezor

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol