Son Şehzade (Neziroğlu)
Mürekkebin akmadığı yerde kan damlar

“Olasılık varsa Tanrı yoktur”dan bu günlere…(3) (Son bölüm)

Görüldüğü gibi diyalektik mantığının çağlar sonra toplumlar ve medeniyetler üzerinde zamanla yörüngesinden nasıl saptığına ve daha da tehlikelisi olan Orta çağ ürünü Skolastik düşünceye doğru yani , Kilise‘nin baskın olduğu dönemlerde özgür düşünce ortamının önüne geçip çağdaş diyebileceğimiz Engizisyon Mahkemeleri kurmuştur.Dünyanın düz bir tepsi olduğunu ve bunun aksini iddia etmeye çalışanların Galileo gibi idam edildiği ezoterik bir mantıkdan bu günlere kadar gelindi.
Böyle bir bilgi kirliğinin yaşandığı dönemde milletler ailesine ahlak ve fazileti ile asırlarca örnek teşkil eden Müslüman Türk coğrafyasında etkileşim nasıl başlamış ve ne tür sonuçlarla karşılaşılmıştır?Konumuzun diğer iki bölümünde verdiğimiz örneklere devam ederek bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım.
1839‘da , kendi yetki erkini (Padişah’ın) bir Hatt-ı Hümayun‘la nasıl sınırlandırdığından bahsetmiştik.İşte bu tercih binlerce yıllık Tarihimizde yapılan çok önemli bir hata idi.Çünkü medeniyet bilincimizi oluşturan hassas bir olgudan uzaklaşılıyordu.İslam öncesi Türk Devletleri’nden tutunda, Osmanlı Devleti’ne kadar devam eden bir egemenlik ve bağımsızlık anlayışımız vardı. Türk’ler de “Kut” anlayışı olarak gönüllerde yer edinen ve devleti yönetme yetkisinin verildiği toplumsal şuur olarak özetlenebilecek anlayış idi bu.
Yüzyıllar geçsede bu inanç devam etmiştir.Çünkü “Kut “anlayışına göre, yönetim işinin Tanrı tarafından verildiğine inanılıyordu.Her ne kadar “Kut” anlayışı ilahi bir temele dayansa da, ülkeyi yöneten kişi ilahi bir sıfata sahip değildi.  Bir insandır ve ilahi bir vasfa sahip olmadığı için hata yapabilir, bilgisiz olabilir ve başarı da muhakkak değildir.İslamiyet’in kabulü ile beraber “Kut” anlayışı sadece şekil değiştirmiştir. Ancak mantık gene aynıdır .                             Buna rağmen zaman zaman sıkça gündeme getirilen ve tartışılan  bir konu vardır. Türk Devletleri’nde çıkan isyanlar… Binlerce yıllık Türk Tarihi’n de ortaya çıkan isyanlar da hiçbir zaman ülkeyi yönetenler  hedef alınmamıştır. Selçuklu zamanında çıkan isyanlara bakıldığında, devletin politikalarına yöneliktir. Hanedan ile doğrudan bir sorun yoktur. Osmanlı Devleti’nde çıkan isyanlarda da buna benzer durumlar görülür. Celali İsyanları, bozulan ekonomiye ve taşra’daki yöneticilerin yaptıkları haksızlıklara karşı bir baş kaldırıdır. Osmanoğulları’nı tahttan indirme gibi bir girişim asla yoktur. Ta ki İttihatçı Celatlarına kadar. Yeniçeri İsyanları da bu yöndedir . İsyan edilen kişi bir şahıstır, aile ya da hanedan değildir. Oysa padişahları öldürecek kadar ileriye giden Yeniçeriler, öldürdükleri padişahın yerine, aynı aileden başka bir kişiyi tahta çıkarmışlardır. Bu durum, “Kut” anlayışı’nın toplumun her kesimi tarafından nasıl sahiplenildiğinin ve kabul edildiğinin bir göstergesidir.
Bu bilgi notunu vermek zorundaydık.Çünkü tarihselliğini her zaman ön plana çıkartan Türk toplumu için kopuş süreci bundan sonra başlamıştır.Hedef belirlenmeli ve hedef tahtasına da din olgusunun yerleştirilmesi gerekiyordu.Çünkü,toplumu bir arada tutan çimento hiç şüphesiz din idi.
Yoğunlaştırılmış bir ders proğramı gibi topluma nakış nakış işlenmeydi.Özellikle Cumhuriyet döneminde başlayan bu genetik kodlar  çözülmeye başlamış adeta klonlanmış bir nesil meydana getirilmek istenmişti.
“Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdur” şeklinde sloganlaştırılan devrim kanunlarıyla karşı karşıya kalınmıştır.
*(Bknz:(Kazım Karabekir – Hatırları – Kızıl Pençe – S. 86 – Mustafa Armağan)(Bkz. Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.143.)(Bkz. Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına hazırlayan: Uğur Mumcu, Umag Vakfı Yayınları, 1996, s.75-76.)(Bkz. Atatürk Din ve Laiklik Üzerine, Derleyen: Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, 3. Basım: 1999, s. 251-252.)*
 
Çıkış noktası ve devrimin parolası bu yönde olunca aşama aşama kaydedilen “İslam terakkiye manidir” görüşü nakış nakış işlendi toplum zihnine.Neticede Batı toplumu asırlarca plan ve algı operasyonları ile sütre gerisinden izlediği doğu toplumlarının en kudretli milleti olan Türkler’i artık şöyle tasvir ediyordu:
 “Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu, artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler…” (Kaynak;Lovis Massignon“ORYANTALİZM”, Edward SAİD)
Papa XII. Pius‘un “Katolik bir Müslümandır” dediği, ve yukarıdaki görüşlerin sahibi olan şarkiyatçı Massignon‘un Türkiye‘den de bir çok dostu ve talebesi bulunan kripto müslüman olduğuna dair rivayet vardır.
Bundan sonra artık çalışmalara başlamalı ” dini ve ahlakı olanların “ başaramayacağı algısı bir şekilde anlatılmalı idi.İşe harf devrimi ile başlandı.Milli hafıza unutturulmaya çalışıldı.Bu yönde öyle acımasız uygulamalara şahit olundu ki ,Türkçe ibadet etmek,Türkçe ezan gibi dayatmalar laik bir sistemin dahli olmaması gereken konulardı.Buna sadece çarpıcı bir örnek vermemiz kafi gelecektir.Bir kaç makaleme de konu olan ibret verici hadiseyi tekrar hatırlatmakta fayda var.
Ahmet Süreyya Örgeevren, 1926 da Şeyh Said olayından sonra Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesinin Baş Savcısıydı. Bu mahkeme, bilindiği gibi verdiği seri idam kararlarıyla ünlüdür.Ahmet Süreyya Örgeevren, 1960’larda Dünya Gazetesinde yayınlanan hatıratında, duruşmalar esnasında yaşanan ilginç ve trajik olaylara yer veriyor.
“Bir gün mahkemeye karayağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hakimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hakimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…”
Mahkemenin idam gerekçesi dehşet vericidir: “Türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına…Hemen o gece çocuğu götürüp astılar” diyor.
Baş savcı, daha sonra bu olayın etkisinden kurtulamadığını anlatıyor: “Dağkapı’da Yalova adlı küçük bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, niye beni bıraktın beni idam ettirdin? diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hal iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm…”
Sabahleyin, mahkemeye gittim ve hakim arkadaşlara dedim ki, “Birader, Türkçe bilmeyenleri asarsak tüm-Diyarbakırlıları, hatta tüm doğuluları asmamız lazım. Biz buraya suçluları cezalandırmaya geldik.” Rüyada başıma gelenleri onlara anlattım. Mazhar Müfit ve Öteki hakimler, ‘sen karışma, bu bizim işimizdir‘ dediler. Bende savcılığımı ileri sürdüm, aramızda münakaşa ağız kavgasına kadar ilerledi. Ben ve onlar şifre ile durumu Ankara’ya bildirdik. Bir hafta sonra şu telgrafı aldım:
“Ahmet Süreyya Bey, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Baş Savcısı:
“Gayemiz, Kürtlerin ve Kürtçülüğün kafasının ebediyyen ezilmesidir. Hakim arkadaşlarınla anlaş. Gözlerinden öperim.” (Başvekil İsmet İnönü)
 
İşte bu kadar basit “Hadi hallediverin bu işi” dercesine pespaye bir tutum.
Dünyada halkçı olduğu iddiasıyla yapıldığı savunulan hiç bir devrim din,dil , kılık kıyafetle uğraşmamıştır.Bu tutum o devrimin ruhuna aykırıdır.1868‘de başlayan ve “Aydınlanmış Yönetim” anlamına gelen  Japon Meiji dönemi bunun örneğidir.Bugün her hangi bir Japon’un aradan asırlar geçmesine rağmen takunyasını,Kimonosunu,Samuray ritüellerini kullanmasında bir beis yoktur.Ama biz geçmişe yönelik bu ritüelleri Cumhuriyetle birlikte çöpe attık.Direnenleri kadın erkek ayrımı yapmadan en acımasız şekilde cezalandırdık.Bu konuda da en çarpıcı ve ibretlik bir örnek verebiliriz.
Yıl 1926 yer , Erzurum...Soğuk iklime , sıcak insanlara sahip milliyetperver kahraman bir ilimiz.Şapka kanunundan sonra şehirde gizli bir heyecan başlar.Halk savaştan yeni çıkmış , yorgun ve bitab bir haldedir.Ülke idaresinden kalkınma hamleleri beklerken kılık kıyafetiyle uğraşılmasına bir anlam verememiş ve merakla beklemektedirler.
Şehrin gözde bir meydanına bir idam sehpası kurulmuş,jandarmalar çarşaflı bir kadını darağacına doğru götürmektedirler.
Kadının suçu yeni çıkan şapka kanununu tenkit etmek.
Bu kadın Erzurum sokaklarında yetimlerine bakmak için bohcaçılık yapan bir Anadolu kadınıdır.Yaptığı işten dolayı Erzurum’da “Şalcı Bacı “diye tanınmaktadır.
Neticede Şalcı Bacı,devrim yasaları adına halka gözdağı vermek için yargısız idam edilir.Son sözü sorulduğunda Erzurum şivesi ile o meşhur sözünü söyler: ” Kadın şapka giye ki asıla”
Bu hadise binlerce yıllık Türk Tarihinde resmi makamlarca asılan ilk Türk kadınıdır. Suçu : Devrim kanunlarını tenkid etmek.
Lovis Massignon‘un yukarıdaki tespitlerini adeta doğrularcasına maneviyat adına ne varsa mücadele etmeye devam edildi.
Meclis Zabıtları,İslam dinini red ve inkar bölümü;zabıt ceridesinden “…Dinler işlerini bitirmiş,vazifeleri tükenmiş,yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir.”(Şükrü Kaya CHP milletvekili,Tarım ve İçişleri Bakanlığı yaptı)
“Bu dinin ortadan kalması için 30 sene lazım“(Suphi Nuri İleri)
Din yoktur milliyet vardır” adlı bir kitap.Yazarı bir Milletvekili…Bu kitabın ön sözünde müellifi şu çarpıcı ifadelerle kitabını tanıtıyor : “Bu kitabı, dinlerin iç yüzünü milletime göstermek ve milletimi bu beladan kurtarmak için yazdım!..” (Ruşenî Barkın)
Görüldüğü gibi uğruna cihad edilen bir din “ bela “ olarak algılanıyor…Dolayısıyla yeni bir Amentüye ihtiyaç vardı.” Türk’ün Yeni Amentüsü “ verdikleri sözde bu iman(HAŞA) esasları,       (Mistifikasyon) toplumları manipule etmek amaçlı olarak gösterilen toplumsal gerçekliğin çarpıtılmasıdır.Bunun içindir ki Tanrılaştırdıkları yeni düzenin Amentüsü hazırlıklarına başlandı. “Safi” imzasıyla kaleme aldıkları ve aslen Yahudi olan Munis Tekinalp(Mohiz Kohen) görevlendirildi.
İşte “Türk’ün Yeni Amentüsü” n den satırlar…
“Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medenî cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna, kalbimin bütün hulûsiyle şehadet eylerim.”
Bununla da kalınmadı.Öyle bir dönem yaşandı ki “Yeni Amentü” yarışına gidildi.İşte çarpıcı bir örnek daha;
 TBMM’nin ilk 4 döneminde milletvekilliği yapmış bir siyasetçi ve gazeteci olan Celal Nuri Bey‘in Amentüsü:
“Inandım, iman getirdim Halk Fırkası’na (CHP), Halk Fırkası’nın meb’uslarına, meb’usların yapacağı kanunlara, naşir-i efkarı olacak (fikrini yayacak) gazetelere, inanıp inanmayanlar için er-geç bir yevm-i sual (sual günü) geleceğine inandım.”(Kelebek Mecmuası, sayı 25, sayfa 11.)
Devam edeceğiz bu saçmalılara ancak Lovis Massignon‘un yukarıdaki tespitlerini hatırlatarak okumakta fayda var.  “Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu, artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler…” (Kaynak;Lovis Massignon“ORYANTALİZM”, Edward SAİD)
5 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan bir haberde; “Atatürk yarım bir ilahtır; Türkler’in babasıdır. Hiçbir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir; ne Mussolini’nin ne Hitler’in, ne de Lenin’in anıtları onunkilerle ölçülemez”
Bu kadarla da kalmıyor yeni bir ezana da ihtiyaç duydular;
Yusuf Ziya Ortaç, “Atatürk’e Ekber!”
 
Atatürk’e Ekber!Atatürk’e Ekber!
ancak O var: Atatürk!
Evliya odur, peygamber odur, sanatkâr Atatürk,
Tarihe hakim, zekâya önder, doğma serdar Atatürk,
Bunları geçti insan büyüğü: Kendi kadar Atatürk!”
(Yusuf Ziya Ortaç (1933), derleyen Behçet Necatigil, Atatürk Şiirleri, Türk Dil Kurumu Yayınları 1963.)
Yine devam ediyoruz Tanrı’yı Olasılık mesabesinde gören anlayışın edebiyatlarına;
Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,
Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.”
 
Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi,
Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî…
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!”
(Edip Ayel)
Ne örümcek, ne yosun/ Ne mûcize, ne füsun,
Kâbe Arab’ın olsun/ Çankaya bize yeter…”
(Kemalettin Kamu)
“Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil,
“Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun…
“Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil
“Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!”
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
“Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti
Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine.
(Vasfi Mahir Kocatürk)
“İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa,
Toprağın haritasını çizdi bayrağa;
Allah değil, o yazdı alın yazımızı.”
(İlhami Bekir)
 
İşte görüldüğü gibi Türk’ün Yeni Amentüsü edebiyat adı altında bu keskin virajlarda savrulup gitmiş.Durum böyle olunca Kur’an-ı Kerimin de bir hükmü kalmamalıydı.Peki ne yaptılar? Kolayı var…Harf inkilabı olunca Osmanlı matbaalarında basılan Kuranı Kerimleri bir Yahudi’ye sattılar.Yahudi bunları bir dönem manavlarda görmeye alışık olduğumuz kese kağıdı yaparak piyasaya sürdü.Bunun hemen akabinde Camii kıyımı gelir.Cumhuriyet arşivleri incelendiği zaman görülecektir ki yaklaşık 20.000 Camii adeta yok edilmiştir.Yıkılan,yok edilen,satılan,meyhane yapılan,Halk partisi Ocağı yapılan,ahır yapılan,at nallanan Camii’ler.Ve bunlar her Camii için Heyet-i Vekile kararları ile asli görevleri dışında kullanılmış. İrad kaydedilmek üzere başta Ermeni ve Yahudilere satılmış.Adet çok olunca Ermenilerin parası yetmiyor ve başka bir karar alıyorlar,geri kalan Camii lerin yıkılması, enkazının ayrı,arsasının ayrı satılması…Bunu yaparken aldıkları karar da çok ilginç.Satış ilanlarına  ” Camii ” denmemesi ve buralarının Metruk Vakıf Binası (işe yaramaz,kullanılamaz) olarak satışına karar veriliyor.
Dine ve maneviyata karşı yapılan ve “dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdur” anlayışı birilerinin kadeh kaldırmasını sağlıyordu.1932‘de Cumhuriyet Gazetesi‘nin düzenlediği güzellik yarışmasına Keriman Halis kazanır.Ve yine aynı yıl Belçika‘nın Spa şehrinde de Dünya Güzellik Yarışması tertip edilmektedir. Bu yarışmaya yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen Keriman Halis uygun görülür ve 28 ülkenin katılımıyla yapılır.
Ancak bu yarışmanın bir özelliği vardır. Puanlama yapılmaz, juri başkanı kendi inisiyatifini kullanarak birinciyi belirler.
 
Bundan sonra yazacaklarımı lütfen iyi okuyun ve o ibretlik tabloyu milli hislerinizi öne çıkararak empati yapın…
Juri üyeleri salona geçip puan değerlendirmesi yapmak isterler. Ancak Jüri Başkanı buna gerek olmadığını söyleyerek herkesin huzurunda kürsüye gelir ve hepimizin ibret alması gereken şu konuşmayı yapar:
“Sayın Jüri üyeleri, bugün Avrupa Hırıstıyanlığı’ nın zaferini kutluyoruz.1400 senedir Avrupa üzerinde hakimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa Hırıstıyanları bitirmiştir. Elbette Amerika ve Rusya’nın hakkını inkar edemeyiz. Neticede bu, Hırıstıyanlığın zaferidir. Müslüman kadınların temsilcisi Türk güzeli Keriman Halis mayo ve südyenle aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz. Onu Kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış yokmuş bu hiç önemli deyil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene Hırıstıyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müstehcen diye müdahale eden Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu Keriman Halis aramızdadır. Kendisini bize beğendirmek istemektedir. Bizde bize uyan bu kızı beğendik. Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle Türk güzelini dünya güzeli olarak ilan ediyor ve fakat kadehlerimizi Avrupa Hırıstıyanlığının zaferi için kaldırıyoruz”
Ve yine şu pragrafı hatırlatıyorum;
“Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu, artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler…” (Kaynak;Lovis Massignon“ORYANTALİZM”, Edward SAİD)
Bu satırlar üzerinde çok düşünelim dostlar….
Netice olarak diyebiliriz ki,  tarihsel olaylar çarpıtılmak istenmiştir.  Amaç , sınıfsal çıkarları gizlemektir. Bu çarpıtmada, bir liderin kişiliğinin arkasına gizlenmek ekseriyetle başvurulan bir yoldur. Bir Osmanlı Paşa’sını yarı-ilâh durumuna getirenler, elbette bunu boşuna yapmadılar.Dünyanın hiç bir yerinde kendi halkına karşı kanun müeyyideleri ile korunan bir başka lidere rastlayamazsınız.Böyle bir Cumhuriyette özgür düşünceden nasıl bahsedebiliriz?
 
Allah uyanışımıza vesile olacak hayırlı çalışmaları nasip etsin…
 
İlhan NEZOR
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol